Mezapotamyanin güleri...

kördügüm

Tatlı ve Çalışkan Melek
Üye
Mezapotamyanin güleri...
Fırat hüznünden kulak zarlarımızı çatlatırcasına acıyla bir uğultu tutturmuş. Ey sevgili ülkem ölümler sana yakışmıyor diye ilenmekte. Dicle mahsunca şimdiki durumuna ağlıyor. Yani hüzünlüdür iki ırmak arası. Her gecemizin ve her gündüzümüzün yüreğine kan damlıyor. Halbuki şatafatlı heybetli duruşu vardı buraların. Mezopotamya çocukları şimdiki konumlarına içlerine sindiremedikleri için de, halaya durur gibi isyana duruyorlar. Bir bütünen Mezopotamya tahamülsüzlüğün batağında ve statik yapısından dolayı kanadı kırık bir kuş gibi çırpınmakta. Acılı bir yüz gibi, iç burkan bu coğrafyanın bir zamanlar medeniyete beşiklik etmesi ve tarihin burda başlaması, bir varmışla bir yokmuşa dönüşmüş. Ne acı! Tozlu tabletleri şahitlik etse de nafile. Çünkü her şey geçmişte kaldı. Ben ki Diyarbekir’im/ Ne kavmi necip sandım kendimi/ Ne de üstün, Mardin’im/ Ya da Cizira Botan/ Sarı taşlar fısıldardı dualar,/ Sarı taş duvarlı manastırda bir Rahip/ Biraz yukarıda Tavus- u Azam/ Gümüş kapıda Hızır/ Ulu Cami uluca bakar.../ Bizi biz yapmak istiyen Mani’yi ağlatmayın, demişim bir şiirimde. Bize bunca eziyet edenlere diyorum ki gelin birlikte kardeşlik cemine duralım tıpkı Mani gibi. Bugüne kadar ölüm ve kan kimseye bir şey kazandırmadı.
Ah Yukarı Mezopotamya’nın şirin kenti, güneşin onu, onun da güneşi kutsadığı kadim şehir Mardin. Sarı taşların dualar fısıldıyor kardeşlik için. Dillerin ve dinlerin birbirine karıştığı Mani’nin memleketi olan Mardin’e şöyle dönüp de bir bakmadınız. Öylesine dalmıştınız ki kardeşi kardeşe kırdırtmaya neleri kaçırdığınızın ayırdında bile değildiniz. Halbuki Mardin diller ve dinler cümbüşüydü. Efendiler, nifak tohumlarınızı ekmediğiniz sürece de öyle kalacaktır o kadim şehir.
Ölüme başkentlik eden bu coğrafyada bir zamanlar yaşam kutsal bilinirdi. Ki onlar Gılgameş gibi birer ölümsüzlük arayıcısı olmak istemişlerdi. Dosttular, bağlıydılar sevdiklerine hem de alabildiğine. Enkidu, Dewreşe Evdi, Mem ve Zin gibi. Sevdiklerine bir yürekle değil bin yürekle bağlıydılar.
Ve o coğrafyanın şairleri var ki kadifemsi yürekleriyle halimize mısralar dizerler. ‘’Halepçe gecelerinin artığıdır bedenim...’’ diyor şair Hicri İzgören. Ölümler, talanlar eksik olmuyorsa şaire düşen bir kadavraya dönüşmektir. Ve sözü Vecdi Erbay alıyor; ‘’diyarbakır: aşkın yüzündeki bıçak ıslığı/ öyle mecbur ki kürtçe’ye...’’Öyle mecburuz ki Kürtçe’ye ey sevgili şair... Boşuna çırpınma gökyüzü: ülkem kadar ağlayamazsın!’’ Diyen şair Yılmaz Odabaşı ne kadar da haklı.
Katliamlara, talanlara maruz kalan bu coğrafyanın içli sızısıdır Yukarı Mezopotamya’nın gül yüzlü şairleri. Billur bir su gibidir şair yürekleri kirliliği asla kaldıramaz. Unutamazlar yapılan her türlü zulümü ve herkesten de tarihten yaşanan her türden acının beyinlerine kazımalarını isterler. Tarih bizim için arsız olageldi bugüne kadar. Bin yıldır bir feryad-ı figan kopar. İnsanlar eceliyle değil, hayatlarının baharında zorla koparılıp götürülür. Ve anaların çığlığı kopar ve yer ağlar, gök ağlar. Ama boşuna çırpınır gökyüzü, çünkü ülkem kadar hiçbir şey, hiç kimse ağlayamaz. Çocuklarımız ölür her gün. Anaların çığlığı gelir de yüreklerimize bir hançer gibi saplanır. Ve Kızıltepe’nin düzünde Uğur Kaymaz uğultusu. Ne diyor Müslüm Yücel: ‘’Bir katliamı unutmak da/ Bir katliamdır Ahuzin.’’ Kin tutmamız için değil bu söyleninen, o kara lekelerin ibret olması için katliamları unutmayın diye çığlık atar şairimiz.
Çünkü her katliam ve her zulümden sonra savrulur ülkemin insanı dünyanın dört bir yanına. Mültecilik başlar. Hain mülteci gecelerinin yaşayan bir ölüsü olunur. ‘’İltica mumlar söndürüyorum gözlerindeki eylül yıldızında/ Nadide bir nüktedir belki, suskunluğum mozaik ezgiler...’’ ( Aslan Aslan) Mozaik darmadağın edilmek istenirken, titrek bir sonbahar yaprağı gibi savrulan insanlarımızadır bu ağıt. Mültecinin yaşamı bir mum gibi yavaş yavaş erimeye başlar. Gökteki eylül yıldızının albenisi bir şey ifade etmez. Bilmezler ki insan da ağaç ya da bir gül gibidir. Her gül gibi kökleri üzerinde boy verip serpilir. Ey Mezopotamya halkları nedir bu Eyup sabrınız, kalkın güzellikler için devinim gösterin. Tek bir çıkar yolunuz ya da yolumuz vardır: O da eşitlik temelinde, çağdaş bir medeniyetin öncülüğünde birleşmektir. Hadi, Anadolu ve Mezopotamya’nın gül yüzlü çocukları daha ne duruyorsunuz... Birleşin kardeşlik cemi için.
 
Geri
Üst