Gazeteciler Biyografi

Ce: Gazeteciler Biyografi

Ahmet Özdemir ( 1948)


1948 yılında Şarkışla’da doğan Ahmet Özdemir, ilk ve orta öğrenimi burada, lise öğrenimini Askeri Hava Lisesi’nde yaptı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türkoloji Bölümünü bitirdi. Ögrencilik yıllarında gazeteciliğe başladı. Muhabirlikten Genel Yayın Müdürlüğü’ne kadar gazeteciliğin çeşitli işlerinde çalıştı. 1989 yılında Basın İlân Kurumu’na geçti. TRT Radyo ve TV kanallarinda bazı programların metnini yazdı.

Çoğunluğu halk bilimi ve biyografi olmak üzere yirminin üzerinde kitabı yayınlandı. Şiirleri Bir Dal Erguvan, öyküleri Sevgi Çıkmazı adıyla kitap haline getirildi. Cumhuriyet Dönemi Türk Şiir Güldestesi ve Cumhuriyet Dönemi Türk Hikâyesi önemli antolojilerinden. Bir çok Osmanlıca kitabı günümüz alfabesine ve Türkçesi’ne çeviren Ahmet Özdemir’in oyunları TRT’de temsil edildi.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin ve Gazeteciler Sosyal Hizmet Vakfı’nin denetçiliğini (iki dönemdir) yapmakta.

ESERLERİ
Biyografi kitapları: Ahmet Haşim, Cenap Şehabettin, Tevfik Fikret, Abdülhak Hamid, Sait Faik.
Folklor ve Halk Edebiyatı kitapları: Folklor Penceresi, Cönklerden Günümüze Halk Şairlerimiz, Eşref Bey Hikâyesi, Halk Hikâyeleri Geleneği, Şarkışlalı Serdari, Şarkışla ve Çevresi Halk Ozanları, Aşık Cafer, Aşık Hüdaî, Kelkitli Aşık Serdari.
Güldesteler: Şiir İkindileri I-II, Pera Palas Gönül Dostları I,II,III, IV,V.
Radyo Tiyatroları: Armudun Sapı, Kuşku, Kuzguncuk Vapuru, Duble Kaynana.
 
Ce: Gazeteciler Biyografi

Ahmet Şahin ( 1935)

1935 yılında Yozgat'ın Çayıralan kazasının Yahyasaray köyünde dünyaya geldi. İlkokul öğrenimi için geldiği Kayseri'de hafızlığını da ikmâl ederek câzet aldı. 1952'de İstanbul'a geldi. Burada, Gönenli Mehmed Efendi'nin himâyesinde meşhur ulemâdan Hüsrev Efendi, Ömer Nasuhi Bilmen, Bekir Hâkı ve Dersâm Selahaddin efendilerden tefsir, hadis, kelâm ve fıkıh derslerin okuma imkanı buldu. 1960'da Süleymaniye Camii'nde vazife aldı. İlk yazılarına Hüradam gazetesinde başladı. Yazı hayatını daha sonra haftalık İttihad gazetesinde ve günlük Yeni Asya gazetesinde sürdürdü. 1982 ılında Yeni Nesil gazetesinden emekli oldu. 1988'de ZAMAN Gazetesi'nde yeniden yazmaya başlayan Ahmed Şahin, halen ZAMAN'daki köşe yazarlığını sürdürmektedir. İki çocuk babası olup İstanbul'da ikametgah etmektedir.

Eserleri: 1- Dinî Bilgiler, 2- Aile Hayatımız, 3- Hayatın Gayesi, 4- Sünnet Işığında Hayat, 5- Hayatın Gerçekleri ve Biz 6- Esas Nokta, 7- Tarihin Şeref Levhaları, 8-Sohbetler, 9- İnsan ve Din, 10- İbretli Bakışlar, 11- Onlar Böyleydi, 12- İslâm Büyükleri, 13- Bir Oku Bin Düşün, 14- Fetvalar, 15- Nasıl Sahabe Oldular? 16- Dualarımız, 17- Ne Haldeyiz?, 18- İslâm'ı Böyle Yaşadılar, 19- Dinî Hikâyeler, 20- Meğer Biz Neymişiz, 21- Olaylar Konuşuyor, 22- Aile İmtihanı, 23- İmanda Birlik Vatanda Dirlik, 24- Ateşte Yanmayanlar.
 
Ce: Gazeteciler Biyografi

Ahmet Taşgetiren ( 1948)


1948 yılında Kahramanmaraş’ta dünyaya geldi.Orta halli bir çiftçi aileye mensup.İmam-Hatip Lisesinde okudu.Gonca isimli okul gazetesinde ilk yazı tecrübeleri yayınlandı.1966 yılında Yüksek İslam Enstitüsü’nde okumaya başladı.Güreş, futbol ve voleybol sporlarıyla ilgilendi.İmam-Hatip Lisesi ve Yüksek İslam’ın voleybol takımında oynadı.Yeniden Milli Mücadele hareketi içinde yer aldı ve aynı adlı derginin yazarlarından oldu.Pınar dergisinde şiir,hikaye ve denemeleri yayınlandı.1975’te Bayrak gazetesinde yazarlık yaptı.1978 yılında Tercüman gazetesinde profesyonel gazetecilik hayatına başladı.1988 yılına kadar yazı işleri kadrosunda çalıştı.İki yıl Türk Edebiyatı dergisi yazı işleri müdürlüğü yaptı.1986’da Altınoluk dergisinin kuruluş çalışmalarına katıldı.Aynı dönemde Zaman gazetesinde haftalık yazılara başladı.Bilahare Yeni Şafak gazetesinde köşe yazarlığına devam etti.Evli ve 5 çocuk babası.
 
Ce: Gazeteciler Biyografi

Ahmet Tezcan ( 04.10.1957)

Doğum Tarihi / Yeri 04.10.1957 Kırşehir
Eğitim İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
G. Başlangıç Yılı 1981
G. Başlangıç Kurumu Bulvar/Tercüman
Çalıştığı Kurumlar Bulvar, Tercüman, Yeni Haber, Günaydın, Gazete, Güneş, , Erkekçe, Çağrışım, TGRT, Best FM, Radyo Şahin, Son Havadis, Yeni Şafak, Yeni Sayfa, Ayyıldız, Kanal 7, Kanal E, 9. Kanal, Kanal 6, BRT, Akşam, Güneş
Aldığı Ödüller TYB Yılın Programcısı. Cengiz Polatkan Ödülü (2 kez), TYB Alternatif Basın Ödülü, Basın Mensupları Derneği Yılın Programcısı
Yayınlanmış EserlerÇocuk Kitapları

1957 yılında Kırşehir'de doğdu. İlk ve orta okulu Kırıkkale'de, lise tahsilini Ankara'da, yüksek öğrenimini ise İstanbul'da tamamladı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türkoloji bölümünden mezun oldu. 1981 yılı sonunda Bulvar Gazetesi'nde gece muhabiri olarak basın hayatına atıldı. 1986 yılına kadar bu gazetede muhabir ve redaktör olarak çalıştı. Daha sonra sırayla Yeni Haber, Günaydın, Gazete, Güneş,Yeni Şafak, Son Havadis, Yeni Sayfa ve Akşam gazetelerinde redaktör ve köşe yazarı olarak mesleğini sürdürdü. 1991 yılında çağrışım adlı bir aylık dergi çıkardı. 1993 yılında TGRT'de haftalık yorumlar yaptı. Ertesi yıl Kanal 7 Televizyonu'nun kuruluşunda Haber Müdürü ve programcı olarak yer aldı. 12 Haziran 1995 yılında medya eleştirisi yapan ilk televizyon programı olan Dördüncü Kuvvet Medya'yı, haftalık olarak hazırlayıp sunmaya başladı. Yönetmenliğini Nazmiye Tezcan'ın yaptığı program kısa sürede büyük ilgi topladı ve ilkeli, objektif yayıncılık anlayışıyla, medyanın demokratik platformu olarak kabul gördü. Basın-Yayın konusundaki bütün sorunların ele alındığı Dördüncü Kuvvet Medya programını kasetleri, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde kopyalanarak yardımcı ders olarak gösterildi. Yönetmen Nazmiye Tezcan programda 2 yıl çalıştıktan sonra, reji masasını kendi yetiştirdiği İletişim Fakültesi öğrencisi Ömer Faruk Beyazgül'e devretti Dördüncü Kuvvet Medya ilk yılında Radyo-Televizyon Gazetecileri Derneği'nin Cengiz Polatkan ödülünü aldı. Aynı yıl Türkiye Yazarlar Birliği tarafından En İyi Televizyon Programı seçildi. 1996'da Medya Mensıpları Derneği, 1997 yılında ise Babıali Dostları grubu ve ikinci kez Cengiz Polatkan ödülleri ile Dördüncü Kuvvet Medya üç yaşına girmeden 5 ödüllü program haline geldi. 1996 yılında Dördüncü Kuvvet Medya'yı Kanal E Televizyonu'na taşıyan Tezcan, bir yıl sonra yeniden Kanal 7'ye döndü. Ancak bu ikinci beraberlik 3 ay sürdü. Tezcan, bir tartışma sırasında yönetimin yayını kesmesi üzerine canlı yayında istifa etti ve 9. Kanal Televizyonu'na geçti. Bu arada Akşam Gazetesi'nde köşe yazarlığına başladı. 9. Kanal'dan 5 ay sonra ayrılan Tezcan, köşesinin Güneş Gazetesi'ne kaydırılması üzerine istifa etti ve bir yıl aktif gazetecilikten uzaklaşarak bir holdingde Medya Direktörü olarak çalıştı. 1998 yılı Nisan ayında internetteki ilk Media Watchdog sitesi olan Dördüncü Kuvvet Medya - Özgür Gazeteciler Platformu'nu hazırlıyan Ahmet Tezcan, uzun süre tek başına yürüttüğü bu çalışma ile Türkiye Yazarlar Birliği Alternatif Basın Ödülü aldı. Dördüncü Kuvvet Medya kısa zamanda büyük ilgi gördü ve gazetecilerin ortak sesi haline geldi. Bu arada televizyon macerasını sürdüren Tezcan, Kanal 6 Televizyonuna geçti ve Dördüncü Kuvvet Medya programını sadece 4 hafta yapabildi. Program, televizyonun böyle bir programı taşıyamayacağı gerekçesiyle yayından kaldırıldı. Tezcan; TV ekranına son kez BRT'de gazete yorumcusu olarak çıktı. Ünlü MGK krizi ile ilgili gazete yazılarının yorumunda dönemin Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan'ı eleştirdiği gerekçesiyle kovuldu. Tezcan şu anda Ertuğrul Acar ile birlikte Dördüncü Kuvvet Medya sitesini devam ettiriyor ve TV dizi film senaryoları yazıyor. Evli ve 4 çocuk babası.
 
Ce: Gazeteciler Biyografi

Ahmet Tulgar ( 1967)


Doğum Tarihi 01.01.1967

G. Başlangıç Yılı 1987
G. Başlangıç Kurumu Sabah Dergi Grubu
Çalıştığı Kurumlar Sabah Dergi Grubu, Markom Leo Burnett Reklam Ajansı, Güneş, Nokta, Akis, Kanal D, Sabah, Show TV,Akşam...

Özgeçmiş Milliyet Gazetesi'nin röportaj yazarı. Gazeteciliğe 1987 yılında Sabah Dergi Grubu Dönemli Yayıncılık'ta başladı. Aynı grupta kısa bir süre A La Carte dergisinin yayın yönetmenliğini yaptı. 1988 yılında Güneş yayınlarında çıkan Boom gençlik dergisinin yayın yönetmeni oldu. Markom Leo Burnett reklam ajansında metin yazarlığı yaparken Metin Münir'in Güneş gazetesine ilk transferlerinden biri oldu. Güneş'te Genç Bakış adlı sayfaların ve Güneş gençlik dergisinin yayın yönetmeni oldu. 1992-93 yıllarında Nokta dergisinde çalıştı. 1994'te Akis dergisinde çalıştı. 1995'te Kanal D'de yayınlanan Devriye programının yayın yönetmeni oldu. Sabah gazetesinde çalıştı. Ardından kısa bir süre Show TV. 1997'de Milliyet grubuna girdi. Önce Artı Haber dergisinin editör ve yazarıydı. Şimdi Akşam yazarı. Bir öykü kitabı, bir de makale kitabı yayımladı.
 
Ce: Gazeteciler Biyografi

Ahmet Emin Yalman ( 1888)- (19.12.1972)



--------------------------------------------------------------------------------
1888’de Selanik’te doğan Yalman 1910’da İstanbul Hukuk Mektebi’ni bitirdikten sonra ABD’de Columbia Üniversitesi’nde felsefe okudu ve gazetecilik eğitimi aldı. 1914’te yurda dönerek Darülfünun’da (İstanbul Üniversitesi) Ziya Gökalp’in yanında iki yıl sosyoloji asistanlığı yaptı. 1916-1920 yılları arasında Mekteb-i Mülkiye’de (Siyasal Bilgiler Fakültesi) istatistik dersleri verdi.

Gazeteciliğe 1907’de Sabah’ta başlayan Yalman, 1917’de Mehmet Asım’la (Us) birlikte Vakit gazetesini çıkardı. 1920’de İstanbul’un işgali sırasında İngilizler tarafından Malta’ya sürüldü. Bir yıl sürgünde kalan Yalman dönüşünde Vakit’ten ayrıldı. Ahmet Şükrü Esmer ve Enis Tahsin Til ile birlikte Vatan gazetesini çıkardı (1923). Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı savunduğu için Şark İstiklal Mahkemesi’nde yargılandı; Vatan 1925’te hükümet tarafından kapatıldı.

Yalman 1925-1935 yılları arasında basından uzaklaşarak bazı yabancı firmaların temsilciliğini yaptı. 1936’da Kaynak dergisini çıkaran Yalman aynı yıl Halil Lütfü Dördüncü, Rıfat Yalman ve Zekeriya Sertel ile birlikte Tan gazetesini satın aldı. Bir süre sonra, görüş farklılıkları nedeniyle Tan’dan da ayrılan Yalman 1940’ta tekrar Vatan’ı çıkarmaya başladı. Yalman savaş yıllarında liberal demokrasinin ve müttefiklerin savunuculuğunu yaptı; savaş sonrasında da Batı’nın siyasal düzenini öven yazılar yazdı. Vatan’ı 100.000’lik tiraja ulaştırmayı başardı. DP’nin ilk yıllarında partiye övgüyü sürdürdü. Son yıllarda ise partiyi eleştirmeye başladı ve 1959’da bu yüzden 15 ay mahkumiyet aldı. Bu arada gazeteye olan ilginin azalması üzerine 1961’de Vatan yerine Hür Vatan’ı çıkardı. Bir yıl kadar yayın hayatını sürdüren Hür Vatan’dan sonra Yalman’ın gazetecilik yaşamı diğer gazetelerde ara sıra yazdığı yazılarla sınırlı kaldı.

Gazeteci ve yazar Ahmet Emin Yalman 19 Aralık 1972’de İstanbul’da öldü.

Yalman gezi, anı ve inceleme dallarında da yapıtlar verdi. Başlıca kitapları Havalarda 50.000 Kilometre (1943), Naziliğin İçyüzü (1943), Yakın Tarihimizde Gördüklerim ve Geçirdiklerim’dir (1970-1971, 4 cilt).

ESERLERİ

Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim
(1888 - 1922)
Cilt 1
Ahmed Emin Yalman
Pera Turizm ve Ticaret A.Ş.

Ahmed Emin Yalman hatıralarının iki kitaba ayrılan birinci cildinde, çocukluğundan başlayarak okul hayatını, gazeteciliğe başlamasını ve
Amerika'daki eğitiminden sonra döndüğü imparatorluk içinde, siyasal ve toplumsal olayları anlatmaktadır.

1922'ye kadar gelen dönemde neler yoktur ki? İkinci Abdülhamid'in istibdat yönetiminden sonra Hürriyet'in İlanı ile başlayan çoğulcu sistem, yeniliklere karşı direnmeler, 31 Mart Olayı ve Hareket Ordusu, Balkan Savaşları ve "Babıali Baskını" ile başlayan İttihad ve Terakki İktidarı...

Bu olayları Birinci Dünya Savaşı izler ve yenilgiyle sonuçlanır.

Mütareke dönemi ise, koşulların ağırlığı yanında Galipler'in uygulamalarının olabildiğince yoğunluk kazandığı ve bunlara karşı direnmelerin de ortaya
çıktığı bir dönemdir.

Anadolu'da başlayan Türk Kurtuluş Savaşı, zaferle sonuçlanacaktır.

Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim
(1922 - 1971)
Cilt 2
Ahmed Emin Yalman
Pera Turizm ve Ticaret A.Ş.

Bağımsızlık kazanılmış Lozan Anlaşması da imzalanmıştır. Devletin şekli konusundaki tartışmalar Cumhuriyet'in İlanı ile sonuçlanır. Genç Cumhuriyete
yönelik birtakım kışkırtmaların en önemlilerinden biri Şeyh Said Ayaklanması'dır. Çoğulcu demokrasinin ilk ürünü olan Terakkiperver Cumhuriyet
Fırkası ile gazete ve dergiler Takrir-i Sükun Kanunu ile kapatılır. 2. Dünya Savaşı'nın sonunda dek sürecek CHP'nin tek parti hakimiyeti vardır.

Savaşın bitiminden başlayan DP muhalefeti, 14 Mayıs 1950 seçimlerinden başarı ile çıkar. Ne var ki, 1960 yılına kadar sürecek DP iktidarı da bir tek parti hakimiyeti yaratmıştır ve kardeş kavgasına yol açacak bu durum 27 Mayıs 1960 Askeri İhtilali ile önlenir. DP yöneticileri ve milletvekilleri Yüksek Adalet Divanı'nca yargılanır. Yeni yapılan 1961 Anayasası geniş özgürlükler getirmiştir.

Bu olaylar içinde usta bir gazeteci Ahmed Emin Yalman, 1971 yılına kadar geçen olayları yorumlamaktadır.
 
Ce: Gazeteciler Biyografi

Ahmet Ferit Tek ( 1877)- (25.11.1971)



--------------------------------------------------------------------------------
Ahmet Ferit Tek, 1877 yılında Bursa'da doğdu. İstanbullu bir aileye mensuptur. Babası Maliye muhasebecilerinden Mustafa Reşit Bey, büyük babası, kadı Asım Efendidir.
Annesi İbrahim Ağanın kızı Hanife Leyla hanımdır.
Asker olmak isteyen Ahmet Ferit Tek, Kureli Askeri Lisesine girdi. Daha sonra Harbiye'ye girerek oradan teğmen rütbesi ile mezun oldu. Bilahare talebeler arasında başlayan meşrutiyetçi cereyanlara karışan Tek, Trablusgarp'a sürüldü.
Trablus'tan, Yusuf Akçura ile birlikte bir kayığa binerek Tunus'a, oradan da Paris'e kaçtı. Burada Siyasal Bilgiler Fakültesine girerek mezun oldu. "Şurayı Ümmet" Gazetesinde yazılar yazdı. 1903-1908 tarihleri arasında Kazan'a gitti. Daha sonra Mısır'a yerleşti. Bu arada Kahire'de yayınlanan "Türk" Gazetesinde yazılar yazdı.
1908'de İstanbul'a geldi. Devlette görev aldı. Siyasal Bilgiler Fakültesinde tarih profesörlüğü yaptı.
Milli Meşrutiyet Fırkası adlı milliyetçi bir parti kurdu. Partinin programında şu fikirler yer alıyordu. "Türkler yüzyıllardır İmparatorluğun hudutlarında çarpıştı. Kendi illerini ihmal etmek zorunda kaldılar. Türk illerinin kalbi Anadolu bakımsızdır. Türlerin de kendi milli kaderlerini düşünmesi saati çalmıştır".
Şair Mehmet Emir Yurdakul, Ahmet Ağaoğlu, Yusuf Akçora ve birkaç arkadaşı ile 25 Mart 1912'de Türk Ocağını kurdu. Kurucu Başkan Mehmet Emin Yurdakul'dan sonra, idare kurulu toplantısında Ahmet Ferit Tek, Türk Ocağı Başkanlığına getirildi.
"İfham" Gazetesini çıkardı. Ateşli yazılar yazdı. İstanbul milletvekili oldu. Maliye Bakanlığında bulundu. Lozan müzakerelerinde iştirak etti. İçişleri bakanı oldu. 1925 yılından sonra tamamen Dışişleri hizmetline girdi. Ferit Bey'e 1925-1932 yılları arasında Londra'da, 1932-1939 yılları arasında Varşova'da, 1939-1943 yılları arasında Tokyo'da büyükelçilik vazifesinde bulundu. Yaş haddi gelinci, bir yıl uzatılarak, 1943 senesinde emekli oldu.
25 Kasım 1971'de öldü.
"Tekin" takma adıyla yazdığı "Turan" isimli bir de kitabı olan Ahmet Ferit Tek dürüst, samimi, çalışan, parlak bir zekaya sahip bir şahsiyet idi. Geniş kültürü vardı. Tanınmış tarihçilerimizden Dr. Emel Hanımın babasıdır.
Yazılarında Türklük ve İslamiyet dayanışmasına büyük önem vermiştir. Milliyet fikri ve milliyetçilik ülküsünü gerçeklik şuuru ile ayarlamaya, her türlü siyesi düşüncenin üstünde değişmez prensip olarak ehemmiyet vermiştir.
 
Ce: Gazeteciler Biyografi

Ahmet Hakan Coşkun



--------------------------------------------------------------------------------
HAKKINDA YAZILANLAR

"Televizyondan iğreniyorum"
MURAT MENTEŞ
Gerçek Hayat
Sayı 24

Evet, sayın seyirciler! Türkiye’nin en canayakın haber programcısı Ahmet Hakan Coşkun’la derin mevzulara girdik ve Ahmet Hakan sarsıcı açıklamalarda bulundu. Gerilim-macera türünde röportajlardan hoşlananlar, bu sıkı muhabbeti kaçırmayın...

Sizden bahsedelim, televizyon öncesi çağlarınızdan.
Yozgatlı'yım. Doğum yerim Yozgat, fakat babam müftü yani memur olduğu için, Anadolu'nun çeşitli şehirlerinde dolaştık. Ağrı, Amasya, Çanakkale, Balıkesir gibi illerde geçti çocukluğum. Lisedeyken, Mavera dergisine aboneydim. Kitaplara, özellikle edebiyata çok meraklıydım. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde bir süre okudum. Sonra, İstanbul'a geldim bir süre de burada okudum. Üniversitedeyken hikayeler yazardım; birkaçı Yedi İklim dergisinde yayınlanmıştı. Hep İslamî çevreler içinde yer aldım. Edebiyatla uğraşanlar siyaseti küçümserler; ben de küçümserdim ama yine de siyasete ilgisiz kalmazdım. Böyle yani...

Sonra?
1993-94 yıllarında muhabir olarak TGRT'de çalışıyordum. 'Yankı' isimli bir haber programı yapıyorduk. Kanal 7 diye bir televizyon kurulacağı söyleniyordu. Mustafa Çelik'le temas kurdum ve kadroya dahil oldum. Bir süre muhabir olarak çalıştım. O sıra bir haber müdürü boşluğu doğdu ve "Sen yapar mısın" dediler bana. Geçici olarak razı oldum. Sonra bu iş üzerime kaldı.

Anchorman’liğe nasıl geçtiniz?
Biz haber metinlerini hazırlıyoruz ve spikere veriyoruz, o da çıkıp okuyor. Fakat bir türlü umduğumuz etkiyi uyandırmıyordu. Canlı yayın konukları alabilecek, canlı bağlantılar kurabilecek bir adam lazımdı bize. Aradık. Sonra bana "Bulamadık, onu da sen yap" dediler. Yapabilir miyim, yapamaz mıyım derken kendimi stüdyoda buldum. Zaruretten, şartlar gereği başladım bu işe yani. İlk dönemlerde prompter cihazımız bile yoktu. Ben haberleri ezberleyerek ya da irticalen sunuyordum. Çok teklediğim oluyordu... Medyada o dönemde desenformasyon, manipülasyon artmıştı ve o haberlere bir karşılık verilmeliydi. Haberleri saat 21.00'da sunuyorduk. Bütün haberler bittikten sonra bambaşka, farklı bir ses olmalıydı. Oldu da. Sağcı, solcu, İslamcı... ayırmadan herkesle konuşuyor, her türlü konuya cesaretle giriyorduk; büyük bir ilgi uyandırdı ve bu böylece sürüp gitti...

‘Bizim camia’nın elemanlarını yetersiz saydığınız söyleniyor bu doğru mu?
Tam da öyle aslında, evet. Bu çok üst perdeden bir bakış gibi görünebilir, ama öyle değil. Ben, kendimi bir entelektüel saymıyorum. Fakat televizyon haberciliğiyle uğraşan bir adam olarak, soru sorduğumda, karşımda bu soruların cevabını verebilecek, insanlar görmüyorum maalesef.

Biraz açıklar mısınız?
Türkiye'deki İslamî entelektüel faaliyetlerin, 28 Şubat'la birlikte daha da geri çekildiğini, teslim olduğunu ya da sapmaya uğradığını farkediyoruz. Bütün bunlar beni büyük bir karamsarlığa sevkediyor. İslamcıyım, yazarım diye ortaya çıkanların çoğu, topluma doğru dürüst mesaj veremiyorlar. Televizyon açısından düşünüldüğünde de, bir insana bir soru sorulur ve o sorunun dört başı mamur üç cümlelik bir cevabı vardır; ne zaman bir İslamcıyla konuşmaya kalksak o dört başı mamur cevap yerine uzuuun bir bildiri dinliyoruz. Hepsi mi böyle? Hayır. Mutlaka çok iyi isimler de var. Fakat genel bir boşluk söz konusu. Ben bundan yakınıyorum.

1996'da Hakan Albayrak'a Kanal 7'nin, otogardaki kıraathaneden Etiler'deki malikaneye kadar ilgiyle izlendiğini söylemiştiniz. Şimdi Ingmar Bergman ve Orson Welles gitti Jhackie Chan ve yanan motosikletler geldi. Yayın politikasındaki bu kayma neden?
28 Şubat denen müdahaleden sonra İslamcılar arasında ‘üç tarz- ı siyaset’ ortaya çıktı. Birincisi tam bir dejenerasyon ve teslimiyet; bir diğeri mantığı bir kenara fırlatmış tam bir hırçınlık tavrı; kimisi de kendisine çekidüzen verdi. Şimdi bunların hangisinde bir doğru yaklaşım var? Bu yeterince tartışılmadı. Şu savruluş döneminde Kanal 7 aslında tamamen ekonomik nedenlere dayalı bir değişim yaşadı. Burası bir kurum, 500 kişi her ay maaş bekliyor. Televizyonculuk acayip masraflı, büyük harcamalarla yürüyen bir iş. Bağımsızlığını koruyabilmesi için kendi ayakları üstünde durması; bunun için de reklam alması gerekiyor. Türkiye'deki reklam düzeni, size üstün nitelikli yapımları yayınlama imkanı vermiyor. Ya bu kurumun kapısına kilit vuracaksınız, ya bu düzene teslim olacaksınız, ya da arada birşeyler yapacaksınız. Çünkü AGB verilerine bakılıyor ve AGB verilerinde esaslı filmler sıfırken berikiler çok büyük reyting alıyor.

Herkes böyle düşünmüyor fakat?
Bazıları diyorlar ki, bize bundan söz etmeyin. E bundan söz etmeyeceksek neden söz edeceğiz? Bu çok önemli, yaşamsal bir şey, bunu es geçemeyiz. Ayrıca, Kanal 7'nin haber ve genel yayın politikasında hiçbir değişiklik olmadı. Şimdi bir ters örnek var: TGRT. Adamlar yayın politikalarını % 100 değiştirmiş durumdalar; tam bir dejenerasyon içerisindeler, bütün iddialarından vazgeçmişler. Bizde küçücük bir değişiklik olunca "Haaa TGRT'leşiyorsunuz" gibi bir olumsuz sıfatla nitelendiriliyor.

Bu da sizi kızdırıyor?
Kızdırıyor tabii, çünkü öyle değil. Biz nasıl 1995 yılında başörtüsü sorununu en önemli sorun kabul ediyorsak, bugün de aynı şekilde; değişen bir şey yok. İzleyici bundan yeterince memnun olmayabiliyor evet. Ana haber bülteni bütünüyle başörtüsü sorununa ayrılsa, hiçbir şikayeti olmayacak, yani 'Böyle bir haber bülteni olabilir mi?' demeyecek.

Bu yüzden de Bergman ve Welles'i terkedip Dolph Lundgren ve Michael Dudikof'un aksiyon filmlerini gösteriyorsunuz, öyle mi?
Ne yapılabilir? Yani yapılabilecek bir şey yok, Türkiye'de böyle.

‘Maalesef’ diyor musunuz peki?
Kuşkusuz. Yani ben izlemiyorum o filmleri, fakat insanlar izliyor.

Kanal 7'nin başlangıçta sanki popüler unsurları hesap dışı bırakan ve belli bir çapa ulaşıldığında...
Çap map yok. Ortada bir televizyon kanalı var ve bu televizyonun aylık masraf çizelgesi var: Realite bu. Çapı ne olursa olsun uyduya her ay belli bir para ödemeniz gerekiyor. İster, Orson Welles filmi gösterin ister Bruce Lee filmi oynatın aynı şey, değişmiyor. Sanatsal yoğunluk, personel maaşlarını etkilemiyor.

1996'da Kanal 7'nin entel bir kanal olduğunu, söylemiştiniz. Entellikten biraz taviz verildi anlaşılan.
Evet, bu söylediklerim ona işaret ediyor.

Size dönelim. Çok popüler ve ünlü birisiniz, sizi herkes tanıyor...
Kanal 7'de çalışmaya başladığım dönemdeki düşünsel çabalarımla, yaşam tarzımla bugünküler arasında derin bir fark yok. Tabii ki küçük farklar herkesin hayatında olur, 7 yıl önemli bir süre.

Kravat takmak gibi mi?
Yoo, ben yine gündüzleri spor giyiniyorum, haberleri sunarken kravat takıyorum. Şu anda kravatlıyım fakat bu istisnaidir. Bizler televizyona çıkıyoruz ve insanlara gezegende, memlekette olup bitenleri anlatıyoruz. Sonuç itibariyle ciddi bir iş yapıyoruz, fakat Türkiye'deki televizyon düzeni gereği, bunu yapan kişi, oturaklı bir adam olması gerekirken artistik bir tipe dönüşmüş durumda. Yani haberleri sunan vatandaş, artistik numaralar yapıyor, program bitince "Hayatı paylaşmak için" filan gibi gösterişli laflar ediyor; "Her nerede yaşanıyor ve yaşatılıyorsan" gibi garip, tuhaf şeyler söylüyor. Yani bir şov adamı gibi davranıyor.

Fakat siz de teatral bir edayla "Evet sayın seyirciler!..." diyorsunuz.
Benim yaptığım tamamen sunduğum habere yönelik bir vurgudur. Haberi izlenir kılmak adına, kendime değil, sunduğum habere yaptığım vurgudur. Bir gerilim yarattığımın farkındayım; bunu özellikle yapıyorum. Haber sunarken, mesela şu anda sizinle konuştuğum gibi konuşmam beklenemez. Bir sunuş yapıyorum ve ilgiyi çekmek zorundayım. Fakat ilgiyi habere çekiyorum. Bunda bir problem yok; herkes haberine ilgi toplasın.

Fakat insanlar, durun, önemli bir şey anlatıyor diyor tamam da, bunu coşkuyla aktaran kişiyi de büsbütün kenara itemezler ki. Kim coşuyor? Ahmet Hakan Coşkun!
Ben işte buna karşıyım. Bu karışıklığa yol açıyor. A kişisi, B kişisi kendisine vurgu yaptığı, ilgiyi kendisine topladığı için, benim yaptıklarım da öyle algılanıyor olabilir. Fakat bu çok tuhaf bir şey. Biz artist değiliz, şarkıcı, bilmem ne değiliz. Biz topluma haber veren insanlarız. Ünlülük meselesine gelince. Ben ünümü test edebileceğim yerlere gitmiyorum. Mecburen veya doğal olarak birileriyle görüşüyor, rastlaşıyor, buluşuyoruz. O vakit genel bir beğeniyle karşılaştığımı söyleyebilirim fakat bazen imza filan istiyorlar, bunu da çok yadırgıyorum.

İmza atmıyor musunuz?
Atmıyorum.

‘Sivil, Dayanılmaz Bir Yürek' adlı bir kitabınız var. Yeni kitaplar yazmayı düşünüyor musunuz?
Ben aslında o yazıları kitaplaştırmayı düşünmüyordum fakat yayıncı Mahmut Balcı'nın müteşebbis ruhuna uzun süre direndikten sonra evet dedim. Yazmak ayrı bir konsantrasyon gerektiriyor, televizyon haberciliği ayrı. İkisi arasında denge kurmak zor. İskele Sancak'ta yaptığımız önemli konuşmaları kitaplaştırmayı planlıyoruz. Mehmet Eymür, Orhan Gencebay, Yaşar Nuri Öztürk gibi kişilerle yaptığımız söyleşileri derleyip toplayacağız.

Onun dışında, mesela hikaye yazmaya devam etmeyecek misiniz?
Mevcut hikayelerim kitaplaşacak durumda değil. Yeni hikayeler de yazamıyorum. Artık sadece okuyabiliyorum.


Severek yaptığınız işlerden, okuduğunuz kitaplardan, seyrettiğiniz filmlerden söz edelim. Belki de Ahmet Hakan evinde iguana besliyordur da haberimiz yoktur ha?
Hayır, iguana beslemiyorum. Son derece sıradan bir ev hayatım var. Edebi eserler, güncel kitaplar ve yakın tarih/anı kitapları okuyorum. Son zamanlarda, hacca gittim ve hacca giderken Martin Lings'in o güzel kitabı ‘Hz. Muhammed’in Hayatı’nı ve Muhammed Esed'in Mekke'ye Giden Yol'unu okudum. Amin Maoluf'un bütün romanlarını okudum. Gün Zileli'nin Yarılma adlı kitabını; Mehmet Çetingüleç’in Rahşan adlı kitabını, Cüneyt Arcayürek'in Etekli Demokrasi'sini okudum. Tanpınar, Oğuz Atay ve Dostoyevski döne döne okuduğum yazarlar. Şairlerden Sezai Karakoç, Cemal Süreya, İsmet Özel, Turgut Uyar, Asaf Halet Çelebi... Son günlerde sinemaya sık gidebildim. Vizontele'yi, Komser Şekspir'i seyrettim.

Beğendiniz mi?
Komser Şekspir'i beğenmedim. Çok kötü bir filmdi; çok dar, küçük beyinli bir adamın elinden çıktığı izlenimini bırakıyordu. Vizontele'yi de pek tutmadım. Evde DVD filmleri izliyorum. Frank Kapra filmlerini çok severek izledim. Yenilerden, Tarantino'nun filmlerini beğeniyorum.

Haccetmek için mi hacca gittiniz yoksa işle ilgili bir durum mu vardı?
Haccetmek için elbette. Artık hacıyım yani. Hacc çok etkileyici tabii. Kabe'yi ilk gördüğümde çok etkilendim. Çok müthiş bir şey, yaşamak lazım yani anlatarak o tabloyu insanların önüne koyamayız. Mekke, dünyanın en eski şehirlerinden biri, 'Şehirlerin Anası'. Hz. Adem'le Hz. Havva'nın orada buluştukları söylenir. Hz. İbrahim'in inşa ettiği Kabe orada, insanlık tarihinin en eski mimarisi, Allah'ın Evi. Böyle bir şehre giriyorsunuz ve fakat sanki 20 yıllık bir şehre girer gibi oluyorsunuz. Çünkü tarih yok. O çok üzdü beni doğrusu. Yani, Bu olumsuzluğa rağmen, yine de etkilenmemek mümkün değil.

Hacc, bir nevi milat gibi. Sizin için de haccdan önce, haccdan sonra gibi bir farklılık oldu mu?
Ben haccın bir bir milat olduğunu kabul etmiyorum. O çok geleneksel ve yanlış bir anlayış.

Öyle mi?
Tabii ki. Çünkü insanlar haccdan önce türlü çeşitli günahlar işliyorlar, hacca gidiyorlar ve sonra bir daha günah işlemiyorlar. Güzel bir adet bu. Tamam bir itirazım yok. Fakat ben öyle bakmıyorum. Hacc bir ibadet. İnsan haccdan önce zaten normal hayatını yaşıyor, günahlardan sakınıyor haccdan sonra da benzer şekilde hayatını yaşıyor. Haccdan sonra günah işlenmeyecek diye bir kural yok. Haccdan önce günah işlenebilir diye bir kural da yok.

Fakat mezkur sosyolojik telakki bağlayıcılık taşır, herhalde.
Benim açımdan değil. Beni kimse bu anlamda bağlayamaz.

Kafama göre takılırım mı diyorsunuz?
Hayır, yani haccdan önce de kafama göre takılmıyordum, haccdan sonra da takılmayacağım.

Bekar olduğunuz için amcalar teyzeler size bakıp bu adamdan güzel damat çıkar diyorlar. Potansiyel bir damatsınız.
Ben bu tür şeyleri hissetmiyorum. Biz normal, sıradan hayatımızı yaşıyoruz.

Fakat haber programına çıkarken, bir nevi kız istemeye giderken giyilecek kıyafetlerle çıkıyorsunuz.
Hayır. Niye öyle düşünüyorsunuz ki yani çok saçma.

Saçma tabii ki de...
Ben belli kuralları olan bir insanım. Mesleğimiz icabı bazı görüşmeler yapıyoruz ve yaşam tarzımızı belli ölçüde etkiliyor bu iş, takdir edersiniz ki. Dolayısıyla bazıları çıkıp biraz da saptırarak ve abartarak, "Bu adam gevşek bir adam" filan diyor. Nereden biliyorsun kardeşim, benim gevşek bir adam olup olmadığımı? Herşeyden önce böyle bir dedikodu, ayıptır, günahtır ve ayrıca haramdır. Ben hiçbir zaman çıkıp da "Ey insanlar ben mükemmel bir Müslüman’ım, bana benzesenize" demedim. Dedim mi? Bazen laik cepheden de "Bunlar bir de Müslüman güya, bir de Müslümanlık propagandası yapıyorlar" gibi laflar ediliyor. Yok kardeşim, biz öyle bir şey yapmıyoruz. Zaten televizyon haberlerinde böyle bir propaganda yapılamaz; Müslüman olun, namaz kılın, hacca gidin gibi... Diyelim ki ben iş icabı kafeteryada bir kadınla oturup konuşuyorum. Bu şimdi günah mı, haram mı? Görüşmeyecek miyim? Siz mesela görüşmüyor musunuz, gidip bir kadınla röportaj yaparken?..

Ben görüşmüyorum, ayrı konu... Galiba bu durumlar sizin mesleğinizin zorlukları?
Hayır. Bu daha ziyade bizim camiamızın dar bir kesiminin İslam adı altında cehalet, kültürsüzlük ve dedikodu üretmelerinden kaynaklanıyor.

Geçtiğimiz haftalarda, aktüel dergisi için manken Deniz Akkaya'yla röportaj yaptınız?
Aktüel, 'Onur Konukları' diye bir köşe hazırlamış ve bir ünlüye bir başka ünlüyle röportaj yaptırıyorlar. Görüşmediğiniz biriyle konuşun dediler. Ben de Sezen Aksu'yla konuşayım demiştim. O olmayınca, bir manken önerdiler: Ebru Şallı. Onu da ben kabul etmedim. Daha sonra Deniz Akkaya'nın ne kadar kültürlü ve farklı olduğu söylendi. Eh ben de kabul ettim fakat açıkçası çok farklı olduğunu düşünmedim...

Sayın seyirciler, bugün Etiyopya'da 500 çocuk açlıktan öldü; gözaltında şu kadar genç kayboldu; Filistin'de insanlar sokakta kurşunlandı gibi yığınla ürkünç, üzücü olayı insanlara yansıtıyorsunuz. Bu sizi nasıl etkiliyor?
Beni en etkileyen görüntü Filistin'de, babasının yanında İsrail askerlerince vurulan küçük Muhammed'di. Geçen gün Makedonya'da baba oğulun yolda öldürüldüğü görüntüler ürperticiydi... Fakat, televizyonculukta zamanla insan biraz mesleki deformasyona uğruyor. Bu tür şeylere alışıyorsunuz, insanlığınızı kaybediyorsunuz. Hattâ daha çok "Bu haber çok çarpıcı"nın heyecanını duyuyorsunuz. Doğrusu biraz tuhaf bir durum tabii.

Ignacio Ramonet'nin Medyanın Zorbalığı adlı kitabında okumuştum; France 2 kanalında 23 haberlerini sunan Bruno Roger-Petit, sunduğu haber metinleri arkasına fırlatmış ve "Yarın akşam, sizinle alay eden bu dekor içinde yeniden buluşmak üzere" demiş. Sizin de bazen böyle bir isyancı bir hamle yapmak; mesela zırva bir futbol faciası olduğunda elinize bir futbol topu alıp "Alın kardeşim bunu ve ne yapacaksanız yapın" demek geliyor mu içinizden?
Çok iyi anlıyorum. Türkiye'deki televizyon haberciliği düzeni sizin kişisel olarak asla ciddiye almayacağınız, hattâ budalaca bulduğunuz birçok konuyu ortaya koymanızı gerekiyor... Bunu yapacak kadar cesur değilim fakat o duyguyu yaşadığımı söyleyebilirim. İncir çekirdeğini doldurmayacak siyasi kavgalar vardır. O şuna bunu dedi, şu buna onu dedi; dün o şöyle demişti de bugün beriki patladı gibi şeyler beni çok rahatsız ediyor, çok komik buluyorum. Genel olarak haberlere yansıtmamaya çalışıyorum. Gazetelerde sürmanşet olmuş bir konuyu ille de yansıtmam gerekmiyorsa yansıtmıyorum. Ama gene de o genel çerçevenin dışına çıkmak kolay değil.

Kanal 7'nin Ali Kırca'sı deniyor sizin için, ne dersiniz?
Ben, Ali Kırca'nın haberciliğini beğenirim. Türkiye'de o kadar kaba saba manipülasyonlar yapılıyor ki televizyon haberlerinde, Ali Kırca, diğerleri içinde bu manipülasyonları daha incelikli yapan bir adam. En azından böyle bir 'medeni' tarafı var. Kırca'nın utanma duygusu olduğunu düşünüyorum. Bir de yıllardır bu işin içinde. Biz daha kısa pantolonla dolaşırken o TRT haber dairesi başkanıydı. İşin tekniğini iyi biliyor. Üslubunu iyi ayarlıyor. Dolayısıyla ona benzetilmekten çok da alınıyor değilim. Etkilenmiş miyimdir, bilmiyorum. Etkilenmiş de olabilirim. Ama her zaman şunu söylüyorum: Kendimi ona benzetmek için özel bir çaba sarfetmiyorum.

atv'ye transfer edilmeniz gündeme geldi.
Hayır gelmedi, böyle bir şey yok.

Olsa gider misiniz?
Gitmem. Büyük konuşuyorum, gitmem. Niçin gideyim ki atv'ye?

Para?
Bunun muhasebesini hiç yapmadım fakat yüksek meblağlar teklif edilse de kabul etmem. Çünkü bu benim için bir son olur. Bana verecekleri para, benim bir nevi emeklilik tazminatım gibi olur ve emekli olmaya da niyetli değilim henüz.

Mesleğinizi çok önemsiyor gibisiniz.
Gazetecilik mesleğinin kutsal bir meslek olduğunu filan asla düşünmedim. Tam tersine, hele bu televizyonculuk çok pis bir meslek, kötü, iğrenç bir meslek. Genel olarak televizyondan iğreniyorum. Şu bakımdan: Televizyon denen alet zararlı bir alet ve Türkiye'de özellikle İslamî çevrelerde bu alete haddinden fazla önem atfediliyor. Ve bu aletten çok şey bekleniyor. Yani bir akşam haberleri bülteninde ortalığı karıştırmanız, insanlığın ihtida etmelerine imkan hazırlamanız, Müslümanları birleştirmeniz filan bekleniyor. Böylesi işlevler yükleniyor. Geçmişte de mesela "Ah 1 milyon satan gazetemiz olsa biz de ortalığı sarssak" filan denirdi. Böylesi yanılsamalar içindeydi insanlar. Ben şunu biliyorum: Televizyon bunların hiçbirini sağlayacak bir alet değil, tam tersine dejenere edecek bir alet. Haberlerde de manipülasyon, saptırma ve kurgu yapılmadan, yalan söylemeden bu işi yapmanız imkansız. Diyeceksiniz ki, o halde sen niye bu işi yapıyorsun? Ben bu işi söz konusu zararlarını en aza indirgeyerek yapmaya çalışıyorum.

Ehven-i Şer Prodakşın sunar gibi mi yani?
Bir anlamda evet. Tabii ki böyle. Çünkü televizyonda kurgu imkanı var. Orayı kesip, burayı yapıştırarak bambaşka bir şey çıkarmak mümkün yani. Yapılmamış tv. röportajıyla ödül alan var.

Yani?
Televizyon zararlı bir şeydir.

Bu kıyak muhabbet için teşekkür ederim.
Ben de.




ESERLERİ

Ahmet Kabaklı
Neden Milliyetçilik? Ahmet Hakan Birey Y. İstanbul 2001

"Çok taviz verdik. Devlet çok küçültüldü. Adilik çok aldı yürüdü. Bir devir yaşadık ki son birkaç sene içerisinde. Hakikaten affedin, bu lafı ben söylüyorum. "Türk olmaktan utandım,
utandığım zamanlar oldu."
(Arka Kapak)

Mehmet Eymür
Çeteler, Mafya ve Siyaset
Ahmet Hakan Birey Y. İstanbul 2001

"Sıkışmışlardı. Biraz o sıkışıklığın neticesi, zamanında verilen lüzumsuz sözler, bir mafya liderine verilen lüzumsuz sözler; onları sonradan o mücadelede de ortada bıraktı. Hem kendilerine yaramadı hem de son derece ağır bir suçla hükümetten ayrılmalarına sebep oldu."
 
Ce: Gazeteciler Biyografi

Ahmet İhsan Tokgöz



--------------------------------------------------------------------------------
ESERLERİ

Matbuat Hatıralarım
Ahmet İhsan Tokgöz
Alpay Kabacalı
İletişim Yayınevi / Anı Dizisi

Ahmed İhsan Tokgöz'ün (1868-1942) yirmi beş yıllık zaman dilimini (1888-1914) kapsayan anıları genel tarihe, basın, yayın ve edebiyat tarihlerine ışık tutan önemli bir kaynak olarak nitelenegelmiştir. Ancak, 1930-31'de az sayıda basılmış olan bu iki cilt, günümüzde birçok kütüphanede bile bulunmayan "nadir kitap"lardandır. Tokgöz'ün anıları birkaç bakımdan önemlidir. İlk resimli
kitapları bastırarak yayıncılık alanında öncülük eden Ahmed İhsan'ın 17 Mart 1891'de kurduğu Servet-i Fünun dergisi, basın tarihimizin en önemli ve en uzun süre yaşayan süreli yayınlarındandır. Dergi, Ateşkes Dönemi'nde yayınına zorunlu olarak ara vermiş, bunun dışında, kurucusunun ölümünden bir buçuk yıl sonrasına, 26 Mayıs 1944'e kadar yayımlanmış ve teknik yenilikleriyle basımcılığın gelişmesine öncülük etmiştir. Servet-i Fünun'un en önemli özelliklerinden biri de, "Servet-i Fünun Edebiyatı" da denen "Edebiyat-ı Cedide" adlı yenilikçi akımın ve kendine "Fecr-i Ati" adını veren edebiyat topluluğunun yayın organı olarak edebiyat tarihinde seçkin bir yer edinmesidir. Ahmet İhsan, anılarında, bir yandan dergisinde doğup gelişen bu
edebiyat etkinlikleri üzerine bilgi veriyor, bir yandan da gazeteci sıfatıyla tanıklık ettiği siyasal olayları anlatıyor: II. Abdülhamid döneminde basın, sansür, İkinci Meşrutiyet'in ilanından sonraki çalkantılar, savaşlar, yolsuzluklar, v.b... Alpay Kabacalı'nın dilini özenle sadeleştirdiği ve çok sayıda açıklama notu eklediği Matbuat Hatıralarım'ın iki cildini birarada sunuyoruz.
 
Ce: Gazeteciler Biyografi

Ahmet Mithat Efendi ( 1844)



--------------------------------------------------------------------------------
1844 yılında İstanbul’da doğdu.Babası Hacı İsmail Ağa’dır.Babası küçük yaşta ölünce Mısır Çarşısı’nda çıraklığa verildi.Burada çalışırken bir yandan okuma yazma bir yandan da Frasızca öğrendi.Kendi kendini yetiştirdi.Annesi ile Vidin’e ağabeyinin yanına gitti. Öğrenime bu şehirde başladı.Niş, Rusçuk gibi Balkan şehirlerinde memurluk yaptı.Mithat Paşa’yla Bağdat’a gitti.İlk yazılarını halkı eğitmek maksadıyla yazdı.1871’de İstanbul’daki evinde bir küçük matbaa kurarak yazılarını kendisi yayınlamaya başladı.Daha sonra devlet memurluklarında yükseldi, o zamanki üniversitede tarih dersleri verdi.Bir yandan da Tercüman-ı Hakikat gazetesini çıkarıyordu.Eserlerinin sayısı ikiyüzü bulur.Bunların çoğu roman ve hikaye, bir kısmı da çeşitli bilgiler vermek maksadıyla yazılan eğitici ve tarihi eserlerdir.Piyesleri ve tercümeleri de vardır.

Eserleri:Letait-I Rivayat, Hasan Mellah, Denizci Hasan, Hüseyin Fellah, Eflatun Beyle Rakım Efendi, Süleyman Musli, Henüz Onyedi Yaşında, Dürdane Hanım, Jön Türk, Yeniçeriler,Obur.

Kaynak:

1)Türk Edebiyatı Tarihi Hürriyet Gazetesi Yayınları sf.51-52

2)Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü Behçet Necatigil Varlık Y. İstanbul 1980 sf.19-20
 
Geri
Üst