İçimden Geçenleri Söyleyebilsem!

Hayatta biriktirdiklerimizle dolar kumbaramız, içinde sevinçler, hüzünler, mutluluklar, gözyaşları, ayrılıklar, başarılar, sevgiler ve dostluklar saklıdır. Yaşanmış her bir günün, emek verilmiş her bir saatin tik takları ile beraber nice güzel anı tıka basa doldurmuştur hayat kumbaramızı. Biriktirdiklerimiz, unutamayıp en derine gömdüklerimiz, unuttuğumuzu zannedip kırk kat bohçalar içinde sakladıklarımız, kalp yaralarımız, gönül kırgınlıklarımız, hayatımızın ilkleri ve daha niceleri.

Hayat kumbaranızda neler saklı hiç düşündünüz mü? Geriye dönüp baktığınızda o ana kadar biriktirdikleriniz içinizi mi acıtıyor yoksa? Geçmişe yaptığınız yolculuğunuzda buruk tebessümler mi şekilleniyor dudak kıvrımlarınızda mahzunca? Hayatınızı kaplayan ve içinizi mutlulukla dolduran tüm bu güzellikler için her şeye, herkese teşekkür etmek isteği mi belli belirsiz içinizi kaplayan yoksa? Yeniden dünyaya gelsem yine aynı hayatı yaşardım diyebiliyor musunuz cesaretle?

Fotoğraflardaki ayrıntılarda neler görüyorsunuz peki? Bıraktığınız yerde kaldığını düşündüğünüz gerçek dostlarınız hala orada mı? Yoksa içiniz terk edilmişliğin o hazin melodisine eşlik mi ediyor? O zaman hayatınızda derin izler bıraktığını sandıklarınız şimdi neredeler?

Peki ya hayat boyu biriktirdiğiniz o bir kumbara dolusu anı arasında öncelikte olanlar neler? Dostluklar, sevgi mi ağır basıyor, yoksa para ve eşyalar mı? Geçmiş günlerde hep beraber oluşturdukları o fotoğraf karelerinde sizin için önemli olan hangisiydi? Şimdi hangisi kaldı elinizde?

Geçmişe döndüğünüzde, o anıları kare kare tekrar sar baştan yaptığınızda güzel bulacağınız şeyler olmalı mutlaka. Eğer yoksa onca zamanı boşa harcamış sayılmaz mısınız? Sizi etkileyen, sadece değip geçmeyen, hayatınızda iz bırakan şeyler arasında güzellikler çoğunluktaysa ne mutlu size.

Çünkü hayat kumbarası sevgilerle, iyiliklerle, dostluk ve arkadaşlıklarla dolu olanlar dünyanın en zengin insanlarından daha zengindirler. Bu zenginliği tatmak için ne yapıp edin, kumbaranızı sevgi ile doldurun. Yolun sonuna gelip kumbaranızı açtığınızda kucaklayacağınız iç huzurun en büyük tebessümünüz olacağını da sakın unutmayın. Yüzünüzdeki çizgiler gönlünüzdeki o hiç kapanmayan yaralara en iyi merhem yine orada, yine onların arasında saklıdır.

Hangimiz yaşamın zorlu yokuşlarındayken durup soluklanmayı, geriye dönüp bakmayı ve kumbaramızda neler biriktirdiğimize göz gezdiriyoruz ki? Eğer aralarda vereceğimiz molalarla bunu yapabilseydik belki de bir sonraki zaman diliminde daha seçici, daha özenli olurduk kendimize ve yaşantımıza karşı. Ne yazık ki aklımız başımıza ancak yolun sonuna yaklaştığımızda geliyor. Ve çoğunlukla o zaman hayat muhakemesi yapmaya başlıyor; kumbaramızı açmayı, önümüze saçılanlarla neleri kaçırdığımızı anlamaya çalışıyoruz. Ama o zaman her şey için çok geç oluyor. Çünkü eksik kalanların tamamlanması, hataların düzeltilmesi için yeterli zamanımız kalmıyor.

Hayatla ilgili tüm yazılar buna dikkat çekebilmek için değil mi aslında? Birimizin kaçırdığını bir diğerimizin yakalaması adına bir artı. Zamanın acımasızlığına karşı yapılacak en güzel hareket de bu bence. Sizin için vakit geçmiş olsa bile en azından diğerleri için geç olmasın. Sizin vaktiyle aklınıza dahi getirmediğiniz bir takım kavramları hiç olmazsa diğer insanlar önceden anlasınlar. Anlasınlar ki vakti geldiğinde pişmanlıkları yok denecek kadar az olsun. Bir kayıp binlerce yürekte kayıpsızlığa dönüşsün.
 
Görünüşüme Aldanma!

Gördüğüne aldanma, o ben değilim. Ardımda duran koca bir hayatla yoğruldum. Kaç sevdanın izi durur avuçlarımda, ben aşkla kendime savruldum.


Bilmeyene uzaktan hoş gelir davulun sesi, kanma; gülüşüme acılar sakladım. Kaç savaş meydanında cenk ettim, yine de devrilmedim; ayaktayım.

Gözlerim, yüzümden yaşlıdır. Bakmasını bilenler görecektir. Duvarlarımı geçebilirsen eğer; emin ol, sunacağım cennettir.

Görünüşüme aldanma, çapkın dururum. Her gece o maskeyi çıkarır, yastığıma sarılıp yalnız uyurum.

Dilimden geçenler, gönlümdekidir. Yalana, dolana saplanamam. Bazen kahkaham sahtedir, onunla bile gözyaşımı saklayamam.

Parmak izim gibidir sesim, nereye gitsem bulunurum. Bir şarkı takılıdır dilimde, onu söylerken her şeyi unuturum.

Notalar tanır beni, türküler bilir. Kederimi de, sevincimi de ezgilere saklarım. Dikkatle dinlersen duyacaksın, ben hayatı müzik gibi yaşarım.

Sevda dediğin nedir? Biraz tebessüm, biraz acı! Geçmişse ömrün baharı; bir hüzün kalır yüzde, bir de kalpte o derin sancı!

Küçük şeyleri severim, büyükler nasılsa ölür. Kim baki kalır bu dünyada? Şöyle bir bak etrafına, gün gelir, taş bile çürür.

Ben yüreğim kadarım, ötesini bilemem. Haşmetli duruşuma kanma, karıncayı bile incitemem. Vur diye beklemem ama gafil avlanmışsam, intikam peşine de gidemem.

Yaşadıklarımdan dersler aldım, tüm hazinem budur benim. Biriktirdiğim sevdalarım, dostluklarım var cebimde; giderken ancak onları götürebilirim.

Görünüşüme aldanma, o ben değilim iki gözüm! Ben de yüreğiyle yaşayan kadınlardan biriyim. Aşk uğruna bin parçaya bölünürüm; yetmezse, yolunda ölürüm!
 
Bugün Seviyor, Yarın Vazgeçiyor!

Yaşadığınız ilişkinin belirsizliğinden rahatsızsanız, dengesiz bir sevgiliniz varsa; dikkatli olun, sağlıksız bir birlikteliğin tam üstünde oturuyorsunuz demektir.


Sevgiliniz sabah aşk dolu mesajlar yollayıp, akşam yüzünüze bakmıyor. Bugün seviyor, yarın vazgeçiyor. Sizi önce sevgi öpücüklerine boğuyor, sonra aşağılıyor. Sürekli dengesiz davranıyor. Bir dediği, bir dediğine tutmuyor.

Karşınızdaki kişinin sizin hakkınızda ne düşündüğünü, ne hissettiğini anlayamadığınız; sürekli gel-git yaşadığınız, tutarsız ve dengesiz bir ilişkinin içindeyseniz, duygusal tacize uğruyorsunuz demektir.

Bu tarz birlikteliklerde, taraflardan biri ilişkinin kralı konumundadır. Her şeyi o yönlendirir. İpleri elinde tutar. Diğer tarafa düşen görev ise, itaat etmektir.

Karşınızdaki kişi size bazen aşırı ilgi gösterir, bazen aşırı ilgisiz kalır. Tam artık sizi istemediğini, sevmediğini düşündüğünüz anda, bir anda döner ve üstünüze düşmeye başlar. Dengeniz bozulur!

Her çiftin arasında özgün bir iletişim şekli vardır. Kimi ilişkilerde, şakayla eleştirmek bir tarzdır. Her iki taraf, sevdiği insanı kırmamak için, üstü kapalı olarak rahatsız olduğu konuda espri yapar. Duygusal taciz yaşıyorsanız; bu şakalar aşağılanma olarak kendini gösterir. Başkalarının yanında veya yalnızken, sizi küçümseyen, dalga geçen, iğneleyen sözleriyle taciz edilirsiniz. Özellikle kalabalık ortamda, sosyal çevrenizle birlikteyken, sanki siz orada yokmuşsunuz gibi davranır.

İlişkiniz, onun ruh haline göre şekillenir. Eğer o mutluysa, size en güzel aşk sözcüklerini fısıldar, sevgisini itiraf eder. Sizin yaşadığınız hiçbir duygunun bu ilişkide geçerliliği yoktur. Sizin keyfiniz yoksa, onun canını sıkmaktan başka bir işe yaramıyorsunuzdur.

Duygusal taciz pek çok ilişkide fark edilmez. Sizi yaptıkları ve dengesizliğiyle o kadar sersemletmiştir ki, onun ruh haline göre davranma çabası, onu mutlu etme kaygısı yüzünden, ne yaşadığınızı anlayamazsınız. Körü körüne bir bağlılık geliştirirsiniz. O sizin üstünüzdedir. Ne zaman, ne yapacağını bilemediğiniz için, sürekli ona bağımlı yaşarsınız.

Duygusal tacizi yıllarca yaşayıp, bunu fark etmemiş olan pek çok kişi, bir gün bir olayla duvara çarpmış gibi kendilerine gelirler. Ancak aradan çok vakit geçmiş ve yaşadıkları ilişkinin izleri artık izini bırakmıştır. Bu tarz bir ilişkinin içindeyseniz ve bir türlü kopamıyorsanız, mutlaka profesyonel yardım alın. Duygusal taciz, bütün hayatınızı kötü yönlendirebilecek psikolojik bir durumdur. Altından tek başınıza kalkamayabilirsiniz. Lütfen kendinize bunu yapmayın!
 
Tek bir söz bile söyleme, suskunluğunla gel.

Yıllardır içinde sakladığın ve haykırmak için biriktirdiğin sevda sözlerinle gel...
Ya da konuşma ...

Tek bir söz bile söyleme, suskunluğunla gel.
Utangaçlığın, güçsüzlüğün, üzerini yalanlarla örttüğün hatalarınla gel...

Sana kendini anlatman için hiç fırsat vermeyen insanları bırak bir kenara...
Onlar hep zamanını çaldı senin.
Sen askını saklarken hoyrat ellerden,
Onlar her seferinde bir çentik açıp yüreğine, büyüttüler yaranı ... kanattılar....

Sen paylaşmak adına içindeki mavilikleri sunarken onlara, yıldızsız gecelerin karanlığa çektiler seni. Kimliğini çaldılar.
Uyuyamadığın bütün uykuları, üşüdüğün kış sabahlarını, iç sıkıntısıyla geçirdiğin bütün akşamları, Seni yatağından sıçratan kabuslarını topla öyle gel.
Arzuladığın ama ertelediğin ne varsa hepsini alıp gel...

Ben koşulsuzca sevmeye hazırım seni..
Sorgulamadan, yargılamadan, değiştirmeye çalışmadan, seni sevmeye hazırım
Hayati seninle yeniden keşfetmeye, seninle yaşanacak sevdanın isimsiz neferi olmaya hazırım.
Gel ve sarıl bana...
Bu sahte hayatların ortasında inandığım tek gerçek sen ol.
Suç ortağım ol, aşık olmak sucunu birlikte isleyelim.
Bekleyişle tüketme beni.
Gel ve sarıl, son bulsun kalabalığın ortasında asırlardır süren korkunç yalnızlığım
Vazgeçilmezim olmak için gel.
Seni kaybetmekten öyle korkayım ki, düşüncesi bile titretsin yüreğimi.
Sen olmadan yaşanmayacağını bileyim, sen olmadan geçecek bir gün bile yaralasın, acıtsın kalbimi.
Bekleme artik gel.
Başkalarının asla göremediği, bir tek benimle konuşan içindeki o deli çocuğu ortaya çıkartmak için gel.
Korunmaya muhtaç bir çocuk o biliyorum.
Korkma, kimsenin onu incitmesine izin vermem ...
Güven bana...
Birine güvenmenin insanda yaratacağı müthiş huzuru duyarak gel.
Gel ve ağla.
Bunca yıl çektiğin acılardan bir çırpıda sıyrılmak için sarıl boynuma ve ağla.
Gözyaşlarınla birlikte akıp gitsin hepsi. Seninle ağlarım ben de.
Ben de sıyrılrım yüreğimi sömüren kimliksiz sevdalardan.
Bir tek sana kalırım kendim olarak.
Bir tek sana hiçbir şey beklemeden sunabilirim benliğimi.
Sadece bana gel yar...
Yıllardır aşık girmemiş karanlık odalarımı aydınlatmak için sadece bana gel.
Ben Sevmeye Hazırım Seni...
Sonsuza Dek....


 

Anne;

Bu mektubu yıllar önce yazmalıydım. Belki ilk yazı yazmayı öğrendiğimde, belki de senden ilk ayrılışımda. Ama unuttum işte… Kendime göre çok meşguldüm, derslerim, sonra sınavlar, iş bulma telaşı… Sonrası zaten malum, bir iştir tutturdum, vaktim olmadı.


Hala hayatta olmansa benim için en büyük fırsat. Belki bundan sonra, sana yazabilecek ikinci bir fırsatım olmayacak. Yazacaklarım içimde kalsın istemiyorum.


Bugüne kadar benden çok şey istedin. En başta, huzur dolu bir sinen, şefkatli bir kucağın vardı. “Başını yasla” dedin, yasladım. Karnım doydu, kendimi güvende hissettim, sıcaklığınla ısındım.


Tam oraya alışmıştım ki “emekle” dedin. O sımsıcak kucağından ayrılmak zor oldu. Süründüm. “Ayağa kalk” dedin, kalktım. Nasıl korktuğumu sen benden daha iyi biliyorsun. Karşıma geçip kucağını açarak bana “yürü” dediğinde ne çok sevinmiştim. O ilk ayrılıklardan sonra sana doğru adım atmak hayatımın en güzel anıydı sanıyorum. Yürümek değil uçmak istemiştim. Çünkü seni çok özlüyordum.


Benim dilimden anladığın, acıktığımı, susadığımı, uykum geldiğini bildiğin halde konuşmamı da sen istedin. “Derdini söylemeyen derman bulamaz” diyordun. Konuştum. Seni çok sevdiğim için ilk olarak da anne dedim.


Ben büyüdükçe isteklerin de arttı. “Oğlum, yemek ye, oğlum dikkat et, ateşe yaklaşma, terliyken su içme, tehlikeli oyunlar oynama, arkadaşlarınla iyi geçin, eve geç gelme”,.. Sayfalar dolusu isteklerdi bunlar.


Zaman zaman küçük kaçamaklarım olsa da bütün isteklerini yapmaya çalıştım. Okula başladıktan sonra “ders çalış” dedin çalıştım, “ödevlerini zamanında yap” dedin yaptım, “öğretmenlerini sev, onları dinle dedin” dinledim.


Biliyor musun, okul beni senden ayırdığı için ilk zamanlarda hiç gitmek istemiyordum. Sırf sen istediğin için gittim.


Büyüdükçe seninle geçirdiğimiz zaman azalıyor, kendi başıma kalıyordum. Bu defa, güçlü olmamı, zorluklar karşısında pes etmememi, başkalarının beni üzmesine izin vermememi, paramı, zamanımı ve fırsatlarımı iyi değerlendirmemi istedin.


Sonra, “haksızlık etme” dedin, “yalan söyleme, kimseyi üzme, yaratandan kork”…


Yapabildim mi bilmiyorum. Ama çabalıyorum. Bu isteklerinin yerine getirilip getirilmediğini sen benden daha iyi biliyorsun.


Annem;


Ekmeğin en sıcak yerini, yemeğin en lezzetlisini, meyvenin en güzelini yemeyi, elbiselerin en yenisini giymeyi sen hiç sevmedin. Karnım tok, sırtım pek, elbiselerim hep yeni ve temiz olsun istedin. Öyle oldu.


Bugün hayatımın bilmem kaçıncı anneler günü. Yine senden uzaktayım.


Bu mektubu yazarken geriye dönüp baktım ve benden bugüne kadar ne çok şey istediğini gördüm. Biliyorum hala iyi ve mutlu bir insan olmamı istemeye devam ediyorsun.


Senden uzakta geçirdiğim bu anneler gününde ben de senden bir şey istiyorum.


Annem,


Yapamadığım isteklerin ve yanında olamadığım anneler günü için beni affet ve Hakkını helal et.


BEN SENİ ÇOK SEVİYORUM.
 
Ayrılığı Sen İstedin...


Ayrılığı sen istedin, hep artık sıkıldım, üzerime geliyorsun beni boğuyorsun diyordun. Bak artık seni sıkmıyorum ve üzerine gelmiyorum, Dün oldu aramızda yaşananlar ve her şey bitti. Şimdi bir yol çiz kendine içinde benim olmadığım ve gidebileceğin en uzak noktaya git. Git ki içimdeki seni daha çok seveyim.. Git ki daha da büyüsün sana olan sevdam..İçimde bir yerler de öyle bir sen varsın ki git ki o temiz kalsın...Düne dair ne varsa al sana hediyem olsun.. Ben Seni düşlerimde yaşatacağım.

Sana sarılacağım her gece yokluğun girmeyecek aramıza..
Gün doğacak güneşe gülümseyeceğim...
Umudum olacaksın, Işığım olacaksın
Her gün yeniden filizlenecek sevdan...
Bu kadar kolay mı unutmak diyorsun şimdi kendine kendine...
Değil tabi ki ...
Ben sadece kendimi kandıracağım..
Alıştım diyeceğim, unuttum onu diyeceğim
Onu onsuz da severim diyeceğim kendi kendime.
Oysa Mümkün mü seni unutmak..
Mümkün mü Seni Sensiz Yaşamak...
Zaman Duracak sen geri gelene kadar
ve saatler sensizliği gösterecek her baktığımda
Ve içimi acıtacak hasretin..
Yokluğun her gün bir şeyler alacak benden..
Bir gün umutlarımı, Bir gün gülümseyişi mi..
Bir tek Hasretin kalacak bende kimsenin alamadığı
Bir de Sana olan sevdam kalacak...
Sen hep içimde olacaksın Ulaşılmazım...
Bunu Unutma Sakın....
Yüzünün Hep Gülmesi Dileğiyle
 
Hıdırellez” gününüz kutlu olsun

Mayısın altısı geldiğinde, harekete geçilir, hazırlıklar tamamlanır ve “Hıdırellez” günü kutlamaları yapılır. Piknik alanlarına gidilir, ateşler yakılır, yemekler hazırlanıp dağıtılır, ateşin üzerinden atlanır. O gün her yaştaki kutlamacılar, gönüllerince eğlenir, oynar, coşar, coşturur ve akşam olurken herkes evine neşe içinde, eğlenmiş olarak döner. Bu kutlamalar, belki bir ramazan bayramı veya kurban bayramı kadar olmasa da her yıl kutlanmaya devam eden milli bir geleneğimiz.


Çocukluk dönemlerimizde, böyle 5-6 Mayıs günlerinde “Hıdırellez” kutlamaları yapıldığı hatıralarımızdadır. Zeyve’de hala “Hıdırellez” kutlamaları yapılıyor mu bilmem. Ama, hafızamı biraz yoklayınca “Hıdırellez” günü, evlerde bişi yapıldığı, ocaklarda kömbelerin yapıldığı ve mezarlığın altındaki alanda toplanılarak, herkese bişi ve kömbelerin dağıtıldığını hatırlayabiliyorum. Aynı zamana geliyor muydu tam bilemiyorum ama, bir kutlamanın da Pazaryeri civarında türbe denilen yerde yapıldığını, düş veya hayal arasında biliyorum. Büyüklerimiz hep “hıdırellez” derlerdi, onlar için “hıdırellez”’in anlamı ve önemi büyüktü. Şimdilerde Anamur ve Bozyazı’da pek yaygın olarak kutlandığını pek rastlamadık, ancak yine de bir aralar Bozyazı’da Tekedüzü taraflarında kutlandığı söyleniyordu.


Pekala o zaman bu “Hıdırellez” nedir, zamanımıza kadar nasıl ulaşmış: Çoğumuz “Hıdırellez” efsanesini tam olarak ne olduğunu bilmeyiz. O nedenle “Hıdırellez” efsanesi hakkında bir araştırma yaptık. İşte “Hıdırellez” efsanesi: Rivayete göre, Hızır Aleyhüsselam, İlyas Aleyhüsselam ve İskender-i Zülkarneyn, birlikte (Ab-u Hayat) aramaya çıkmışlar. Bir müddet sonra “Karanlıklar ülkesine dalmışlar”. Hızır ve İlyas Ab-u hayat suyunun kaynağını bulup içmişler. Fakat İskender’e söylememişler. ( Hızır’ın suyu benem / Ab-ı Hayat Bendedir / Kevserden İçen gelsin./ Kadru berat bendedir). Halk arasında bundan böyle Hızır ve İlyas’ın sağ olduğuna ve yaşadığına inanılmaktadır. Hızır karada, İlyas da denizde, yardıma muhtaç olanlara, imdat isteyenlere yetişirler.

Nuh Aleyüsselam peygamberin gemisinin fırtınaya tutulduğu, yeryüzünü suların kapladığı, tufanda, gemideki insanların feryat edip “ya Hızır bizi kurtar” diye dua ettikleri söylenir. Güvercin ağzında zeytin dalı ile gemiye döndüğünde karanın yaklaştığı, suların da çekilmesiyle insanların karaya çıktıklarına inanılır. İşte bu anın
anısına her sene 3 gün “Hızır Orucu” tutulur. Yine bir başka rivayete göre Hızır ile İlyas yılda bir defa (6 Mayıs gününün gecesi), bir gül ağacının dibinde buluşurlar. O nedenle de her yıl 6 Mayıs “Hıdırellez” (hızır-İlyas) günü olarak gönüllerde yer tutar ve günümüze kadar ulaşır.
Bu inanç aynı zamanda Musevilik ile İslam geleneklerinin ortak yönlerinden birisidir. Anadolu’da halk geleneklerinde yaşamış olan “Hıdırellez” ‘inİnsanların arasına karışarak mucizevi yardımlarda bulunduğuna her zaman inanılır. Ve “ Kul sıkışmayınca Hızır yetişmez” ya da “Hızır gibi yetişti” gibi halk arasında kullanılan ifadeleri herkes bilmektedir.
Kur-an-ı Kerimin “Keyf Süresi’nin” 65-82. ayetlerinde de Musa Peygamber ile birlikte yolculuk eden; ve Ona şuurlu bir insanın nasıl sıradan insanlar gibi yaşamadığını öğreten bilge de Hızır’dır. Bu duygu ve düşüncelerle “Allah yar ve yardımcınız, Hızır yoldaşınız olsun” dileklerimizle “Hıdırellez” gününüz kutlu olsun diyoruz.
 
Öyle içimdesin ki. Yanağımda dolaşan rüzgardan daha gerçek dokunuşların. Küçük, ürkek, kesik dokunuşlarınla, belki de her zamankinden daha yanımdasın. Yani öylesine, o kadar bensin ki. Ah nasıl anlatsam. Boşuna bu çabalarım, doğru kelimeleri aramalarım. Ne kitaplar yazıyor, ne de sözlüklerde karşılığı var. Yalnızca hissediyor insan, yaşıyor. Kelimeler eksik, kelimeler yaralı. Kelimeler cılız.

Taşımıyor, anlatmıyor, tanımlamıyor bu duyguyu. Ben de. Çok başka bir şey. Sevginin ortasında, derin acılar hisseder mi insan? Aydınlık gülümsemelerin içine, hüznü yerleştirir mi durup dururken? Gözlerine buğu,diline sitem, yüreğine burukluk, çöreklenir kalır mı asırlarca?


Gelmeyeceğini bildiği mektup için, posta kutusunu hep aynı heyecanla açar mı? Dedim ya, başka bir şey bu. Ne kadar yalnızsam, o kadar seninleyim şu günlerde. Belki de en başta, tutup seni en derinlere koydum diye oldu bunlar. Kimseler ulaşmasın diye, kimselerin bilmediği, bulamayacağı yollara götürdüm seni. En derinlerde tuttum. Bana sakladım. Derine, hep daha derine.


Seni yapayalnız, bir tek bana bıraktım. Paylaşamadım yanlış yaptım. Sana ulaşan yolları kaybettim diye bütün bu şaşkınlıklar. Kendimi oradan oraya vurmam. Sağımda, solumda, ne zaman dikildiğini bilmediğim duvarlara çarpmam, hiç görmediğim çukurlarla boğuşmam. Denizlerin, gürültüyle gelip vurduğu dehlizlerin, acılı duvarları gibiyim.


Duvarlarım yosunlu, duvarlarım kaygan, duvarlarımdan hiç tükenmeyen sular sızıyor. Tutunamıyorum. Renklerim, gün içinde değişiyor. Soluyorum, soğuyorum. Güneş ulaşmıyor içerilerime. Küfleniyorum, yaşlanıyorum. Yalnızlıklar peşimde. Dokunduğum her ıslak duvardan, pis kokulu bir yalnızlık bulaşıyor üstüme. Yapış yapış, vıcık vıcık bir yalnızlık bu. Biliyorum, bütün bunlar, hep benim suçum.


Seni sakladığım yere ulaşamaz oldum. Yollar, gitgide uzadı ve karıştı. Ümidimi ısıtacak, parlatacak, kımıldatacak bir şeylere ihtiyacım var. Ah onun ne olduğunu biliyorum. Sonu sana geliyor her cümlenin. Her şeyin başı içinde ve sonundasın. Bu değişmiyor. Öyle içimdesin ki. Birden aklıma geldi, tuttum sana bir mektup yazdım dün.
 
Bazen öyle bir ilişkiye tutulursunuz ki;
En güzel yillarinizin, aci tatli hatiralarinizin ortagidir; iç çekismelerinizin nedeni; yazilarinizin ilhami, sohbetlerinizin konusudur.
Göz yaslarinizda, bilinçaltinizda, kahkalarinizdadir.
Korkunca saklandiginiz bir siginak, cosunca öptügünüz bir bayrak...
Sevdaniz riyasiz, çikarsiz, karsiliksizdir. Sinirsiz ve nihayetsiz;
“Ölmek var, dönmek yok”tur.
Gün gelir anlarsiniz; içten içe bir seylerin kanadigini...
Tutkulu sevdalarin gizli hançerleri baslar parildamaya

Surasindan, burasindan elestirmeye baslarsiniz;

“Söyle görünse, öyle demese, degisse biraz ya da eskisi gibi olsa...”
Baskalarini örnek göstermeye,
“Bak onlar nasil yasiyor” demeye baslarsiniz
Hem birlikte yasayip, hem özgür olmanin yollarini arasiniz.
Askinizin gözü kör degildir
artik yanlisini görür düzeltmek istersiniz.
“Eskiden böyle miydi ya...”
diye baslayan sohbetlerde açilir elestirilerin kapisi;
açildikça, bastirilmis itirazlar yükselir bilinçaltindan...
Böyle sürmeyecegini bilirsiniz. Degissin istersiniz.
O sevgisizliginize yorar bunu... Ihanete sayar.
Tutkulu iliskilerde ihanetin bedeli ölümdür.
“Ya sev böyle ya da terk et” diye gürler...

Bir zamanlar bir gülücügüyle alacakaranligi isitan o rüya,

bir kabusa dönüsür birden...
Kapatir gönlünün kapilarini, yasaklar kendini size...
Hoyrattir, bakmaz yüzünüze...
Zehir akar dilinden, konusturmaz, suçlar, yargilar, mahkum eder;
mühürler dudaklarinizi, yirtar atar yazdiklarinizi,
siler sizi defterden...
“Iyiligin içindi hepsi, seni sevdigim için...”
dersiniz, dinletemezsiniz.
Ayrilirsaniz, yasayamayacaginizi bilirsiniz,
ama öyle de sevemezsiniz.

Ihanetten kirilmistir kaleminiz; severek terk edersiniz...

“Madem öyle...”nin çagi baslar ondan sonra...
Madem ki siz böylesine tutkunken, o hep baskalarini seçmistir,
madem ki kiymetinizi bilmemistir, o halde “Günah sizden gitmistir”
Lanet ederek bu karsiliksiz aska, çekip gitmeleri denersiniz.
Askin göçmenlik çagi baslar böylece...
Daha özgür olacaginiz limanlara demirlersiniz bir süre...
Ne var ki unutamazsiniz, uzaktan uzaga izlersiniz olup biteni...

Etrafi bir sürü ugursuzla dolmus, kurda kusa yem olmustur.

Delikanlilar, elikanlilar, ugruna ölenler, sirtina binenler
sarmistir çevresini...
Gurur duyar onlarla, koynunda besler, gözünü oysunlar diye...
Ugruna kan dökenleri sever, yoluna gül dökenlerden fazla...

“Bana ne... kendi seçimi” diye omuz silkmeye çabalarsiniz bir süre...

Ama sonra...
Ansizin kulaginiza çalan bir sarki ya da
kapi araligindan süzülüp gelen bir koku, hatirlatir onu yeniden...

Yaban ellerde, baska kollarda ondan bahseder aglarsiniz.

Kokusunu özlersiniz; türküsünü söylemeyi, sarkisini dinlemeyi,
yemegini yemeyi, elinden bir kadeh sarap içmeyi...
Karsi nehrin kenarindan hasret siirleri haykirirsiniz,
sular kulagina fisildasin diye...dönüp
“Seni hala seviyorum”
diye bagirmak geçer içinizden... dönemezsiniz.
Görmedikçe baglanir, uzaklastikça yakinlasirsiniz.
Anlarsiniz ki bir çaresiz asktir bu, ne onunla,
ne de onsuz...
Hem kollarinda ölmek, kucagina gömülmek arzusu,
Hem “Ne olacak sonunda” kuskusu...
Böyle sevemezsiniz, terk de edemezsiniz,
sürünür gidersiniz
 
Geri
Üst