Malatya gelenekleri

*MeleK*

♥Ben Aşık Olduğum Adamın Aşık Olduğu Kadınım♥
Malatya gelenekleri
malatya gelenekleri malatyanın gelenek ve görenekleri malatyanın gelenekleri malatya adetleri örf ve adetleri
Malatya tarih boyunca çeşitli kültür ve medeniyetlere ev sahipliği yapmıştır. Aslantepe, Nemrut Dağı, Fırıncılar Höyük, Bayramtepe Höyük, Ören Höyük, ikinciler Höyük, Aslantaş, Kağköy Kaya Kabartmaları, Levent Vadisi, Ansur ve Kaletepe Höyük görülebilecek arkeolojik alanlardır.

DOĞUM VE ÇOCUKLA İLGİLİ GELENEKLER

Doğum;
insan hayatının üç önemli safhasından ilkidir. Doğum-evlenme-ölüm... Bu önemli üç safha etrafında birçok gelenek görenek, adet, töre ve tören oluşturulmuştur.

Evlenen çiftlerin evliliklerinin en geç 1-2 yılında çocukları olması beklentisi vardır. Bu süre içerisinde çocuk olmayınca, özellikle geleneksel kültürde halk hekimliği ilaçlarına dayalı çeşitli çarelere başvurulduğu, ziyartelere, köy ebelerine gidildiği görülür. Bu uygulamaların yanı sıra doktora başvurmalar da artmıştır. Hamile kadına yörede "İki canlı, hamile, yerikli" adları verilir. Hamilelik süresi içerisinde doğacak çocuğun kız mı, oğlan mı olacağını hamilenin yediği yiyecekler, baktığı, dokunduğu vb. ile ilgili olarak birçok uygulama ve inanışlar mevcuttur.

Hamile kadın elma yerse kızı, çok tatlı yerse oğlu olur. Rüyasında boynuna altın takılmışsa kızı, el bileğine altın takılmışsa oğlu olurmuş. Hamilelik döneminde baykuşa, yılana, çirkinlere bakamamaya dikkat edilir. Çünkü, bakıldığında çocuğun bunlara benzemesi inancı hakimdir. Bu dönemde güzel şeylere bakılmaya dikkat edilir. Kırdan toplanan çiğdem destesi bir metre kadar yüksekten atılır, eğer top yere düşerse oğlan, dağılırsa kız olacağı inancı mevcuttur. Kadının aşerme döneminde canının çektiği yiyecekleri temin etmek için ailesi büyük çaba sarfeder. Doğum yaklaştıkça, çocuk için hazırlıklar da yoğunlaşır. Evde beşik donatma, bebek için yorgan, yastık, yatak, giysiler ve bezler hazırlanır. Doğumu yaptıran kadına "ebe" denilir. Çocuğun göbeği kesildikten sonra ya bir cami duvarı dibine, ya da ayak değmeyecek bir yere dua okunarak gömülür.

Yeni doğan çocuk tuzlanır. Bu işlem çocuğun pişmemesi, terlememi ve çiğ kalmasını önler. Yeni doğan çocuk önceleri "öllük" denilen kırmızımsı bir toprak ile belenir. Bu pratik günümüzde ortadan kalkmıştır. Yeni doğum yapmış kadına yörede "loğusa", ya da "Dığasken" adı verilir. Loğusa kadına ilk önce undan hazırlanan ve içerisinde pekmez katılarak yapılan kuymak yedirilir. Bu, özel gün yemeği sayılır.

Doğum yapan kadınla çocuğu, inanışa göre kırk gün dış zararlardan ve tehlikelerden korunur. Kırkgün boyunca yattıkları odanın ışığı söndürülmez. Yastıklarının baş tarafına Kur'an-ı Kerim konulur. İki kırklı kadın birbiriyle karşılaştıklarında iğne değiştirirler ki, kırkları birbirini basmasın. Evde değirmenden un, bulgur Sünnetten bir görünüm

getirildiğinde çocukla kadın birkaç adım dışarı çıkarılır. Yine yakın bir evden cenaze çıkmışsa, kırkı çıkmamış loğusayla çocuğu cenaze oradan ***ürülürken dışarı çıkarılır. Bu âdetler kırk basmaması için yapılır.

Yine kırk basmaması için "kırklama" yapılır. Çocuğun yıkanacağı suya yirmi ve kırkıncı günde kırk kaşık şu, ya da kırk tane arpa sayılarak atılır. Çocuğun başı üzerinde bir kalburdan su dökülür. Böylece kırk çıkarılır. Kırk çıktıktan sonra çocuk ve anneye zarar verecek etkenler de ortadan kalkmış olur.

Lohusalık döneminde geleneksel kültür içerisinde anne ve çocuğa zararı dokunacağına inanılan "Alkarısı" adını verdikleri saçı başı dağınık, dişleri iri, parmakları çok uzun çirkin bir yaratığın olduğundan da söz edilir. Buna karşın geçmişte annenin ve çocuğun yatağının çevresine kıl ip bırakıldığı, yastığına iğne takıldığı görülmüştür.

Böylece alkırısı denilen mahlûkun zarar veremeyeceği inanışı yaygınken, günümüzdeki bu tür uygulamalar kalkmış olup, yatılan yerin başucuna Kur'an-ı Kerim konulmaktadır.

Yeni doğum yapmış lohusayı ve çocuğunu görmeye gitme âdeti vardır. Bu gidişle birlikte giyim eşyası vb. ***ürülür. Özellikle ilk doğumda kadının annesi tarafından beşik donatılır.

Çocuğun ilk dişi çıktığında buğday kaynatılarak hedik yapılır. Bazen hedik taneleri bir ipliğe dikilerek bebeğin boynuna takılır. Çağırılan akraba ve komşulara "Diş Hediği" ikram edilir. Çocukluk çağı içerisinde birçok geleneklere dayanan uygulamaların varlığı da dikkati çeker. Doğup yaşamayan çocuklara "Tıpkı" oldu derler ve tıpkı çeşmesi denilen suda yıkarlar. Hekimhan'ın Güzelyurt beldesindeki Tıpkı/Tıpka çeşmesine bu gaye ile gidilir. Konuyla ilgili olarak bir kişi yılanın veya yengecin ağzında bir böcek görürse çocuğu doğup yaşamayanın adını seslice söylediğinde yılan veya yengeç ağzındakini bıraktığında Tıpkı'nın geçeceğine inanılır. Çocuk yürümede geç kalmışsa, iki ayak bileğine ip bağlanır, hızla biri gelerek ayağındaki bu ipi keserek kaçar buna "Duşak Kesme" denilir. Geç konuşan, konuşma güçlüğü olan çocuklar için ziyaretlere gidildiği görülür.

Uyumayan, korkan çocuklara "okutulur"; çocuğa korkularının geçmesi için geleneksel bazı pratikler uygulanır. Nazar değmemesi için kulak memesinin ardına kara çalınır. Omuz başına ya da giysisinin iç tarafına nazarlık takılır. Bebeklik çağındaki sancılarına, kulak ağrılarına ve rahatsızlıklara yönelik uygulamalar günümüzde az da olsa devam etmektedir. Şehirleşmenin hızlandığı yörelerde doktora başvurmalar artmıştır.

 
Geri
Üst