Tasavvufun dinimiz deki yeri ve nefis.

  • Konbuyu başlatan İslami Yazar
  • Başlangıç tarihi
İ

İslami Yazar

Forum Okuru
Tasavvufun dinimiz deki yeri ve nefis.
İnsan günaha meyyal olarak yaratılmıştır. Zira insanın - merkezi iki kaşı ortasında olan - nefsi, ayeti kerimede geçtiği gibi kötülüğü emredicidir.
İnsanın ahlakını Kamil yapabilmesi için nefsini mağlup etmesi gerekmektedir.

Tasavvuf ve maneviyat, tarikatlar ve Evliyaların mücadelesi hep nefis, şeytan ve bunların hile ve desiselerinden kurtulmak Ve insanları bundan kurtarmak olmuştur. Tasavvufun dinimiz ve yaşamımızda olan yerini ve hayatımıza tesirini anlayabilmemiz için nefis üzerinde biraz durmak gerekmektedir.



Tasavvufun dinimiz deki yeri ve nefis..jpg


Hepimizin ruhani ve cismani olmak üzere iki tarafımız vardır. Cismani tarafımızın yaratılması ve var olması, ruhani tarafımızdan sonra olup, ruhaniyet daha sonra gelir.

İnsanın batınında hakim olmak isteyen iki zıt kutup vardır. Bunlardan biri

Rûh, diğeri de nefistir. Vücudumuz da her ikisi de emir olup idareye hükmetmek isterler. Nefis günahlardan gıdalanır, şeytanda yardımcısıdır. İnsanın içinde olan gelen her nevi kem düşünce, kötü iş ve ahlaksız olmasının müsebbibi nefistir.



Cenab-o Hakk, Yusuf süresi 53. ayetin de Yusuf Peygamberden hikaye olarak meâlen: Nefsimi temize de çıkarmıyorum, çünkü nefis olanca şiddetiyle kötülüğü emreder. Eğer Rabbim rahmetiyle bağışlayıcı, çünkü Rabbim çok bağışlayan, çok merhamet edendir.


Bazı islam büyükleri " Bu ayetin bil ibare delaleti nefis denilen mahlukun " emmare bi's-süü' olduğu; bi'l işare delaleti ise nefs diye bir mahlukun mevcut olduğudur. Çünkü nefis diye bir şey olmasa onun sıfatlarından bahsedilemez. Nefis, mahiyeti itibariyle emmare bi's- süü'dür, kötülüğü emredicidir. Hz. Allah ismi fail kalıbıyla "âmiratün" buyurmayıp ta mübalağa ismi fâil kalıbıyla " emmâretün" buyurmuştur. Yani ' kötülüğü her daim ve her zaman mübalağa ile emredici' demektir. Nefsin merkezi ise iki kaşımızın ortasında olup, bütün vücudu tam manasıyla sarmış zulmâni bir mahluktur. Gerek insanlardan gerek cinlerden hiç bir fert, Cenab-o Hakk'ın celal sıfatının tecellisinden halk ettiği bu mahluktan müstesna değildir" buyururlar.

Büyük Alim Süleyman silistrevî nefsin kötülüğünü şöyle ifade ederler:

"Rasülullah Efendimiz ; "Ya Rabbî, beni göz açıp yumuncaya kadar dahi nefsimin eline bırakma" diye Cenab-o Hakka iltica etmişlerdir. Bu dünyada nefisten daha zararlı Ve ondan daha korkunç bir şey yoktur. Bir yerde Kuran okunduğu veya zikir edildiği zaman şeytan oradan kaçar, sonra yine gelir. Lakin nefis öyle değildir. O böyle şeylerden kaçmaz. Şeytan Ve nefis uyumayan iki düşmandırlar. İnsan için en büyük mücadele şeytan Ve nefisle olan mücadelesidir. Bu son nefese kadar, kesintisiz devam ediyor eden büyük bir cihattır.

Peygamber Efendimiz Tebük Gazvesinden dönerken:

"Küçük Cihat'tan, büyük cihada, kulun hevasıyla olan cihada geldiniz" buyurmuşlardır. Nice zorlukların yaşandığı, tarihte Ceyşül Usre (zorluklar ordusu) ismiyle marifet bu mücadelenin, bütün zorluklar ve sıkıntılara rağmen, nefisle mücadelenin yanında hafif ve küçük kaldığı ifade edilmiştir.
 
Ve yine Süleyman Silistrevî

"Nefisine adavet et. Çünkü o benimle adavete nasb- o nefis etmiştir" hadisi kutsisini naklettikten sonra şöyle buyurmuşlardır.

Nefsi başıboş bırakmaya gelmez. Evvela kalbi Hz. Mevlaya nefsi de kalbe bağlayıp onu serbest bırakmamalıdır. Nasıl ki bir tarlanın kenarından geçerken hayvanın yuları gevşek bırakılacak olursa, o hayvan bir sağdan bir soldan olmak üzere başkasının ekinlerini koparıp yerse nefiste böyledir. O da bağsız ve rabıtasını bırakılırsa gördüğü menhiyata dalmak ister.

İmam-o Rabbani Hz. leri de:

Nefis mutmain olmadıkça kurtuluş tasavvur edilemez buyurarak bizi bekleyen mücadelenin ehemmiyetine işaret buyurur.
O halde yapılacak şeyi ona hakim olmak onu kıpırdatmamak, nefes aldırtmamaktır.

İlmi kelam da beyan edildiği üzere, âmme-i beşer, âmme-i meleklerden daha faziletlidir. Bunun sebeplerinden birisi de nefse rağmen kulluk vazifelerini yapabilmeleridir.

Elbette kulluk vazifelerinin zorlanmadan yerine getirilebilmesi nefsin terbiye ve tezkiye edilmesiyledir.

Din yüce Allah'ın kullarına terbiye etmesidir. Bu terbiye üç temel alanda gerçekleşmektedir. Birincisi itikat ikincisi ibadet üçüncüsü de ihlastır (ahlaktır). Din inanmakla başlar ibadet ve taatla yaşanır. Edep, güzel ahlak, ilahi muhabbet, tasfiye-i kalp tezkiye-i nefis ile Allaha dostluğun Ve Kamil mümin olmanın tadına varılır. Şu halde Kamil bir mümin olmak, dini kamil olarak yaşamaya bağlıdır.
 
Geri
Üst