Beşiktaş Semt Tarihi

*MeleK*

♥Ben Aşık Olduğum Adamın Aşık Olduğu Kadınım♥
Beşiktaş Semt Tarihi
beşiktaş semti tarihi beşiktaş semt tarihi semti semt semtinin tarihçesi
1156953568cim01.jpg
Beşiktaş:

Beşiktaş tarih boyunca pek çok isimle anılmıştır. Bunun temel nedeni Osmanlı dönemine kadar, sürekli bir yerleşim yeri özelliği kazanamamasıdır. Dolayısı ile zaman içinde çeşitli olaylara, burada ki önemli yapılara yada anıtlara göre adlar almıştır. Tarihin söylenceyle karıştığı ilkçağdan adı
İasonion'dur. M.S. 2-3 yılda kaleme alındığı sanılan Anaplus Bosporu(Boğaziçi'ne yolculuk) adlı kitapda geçen söylenceye göre; " altın postu " aramak amacıyla Teselya kıyılarından Karadeniz'e yelken açan Argonotlar, İstanbul Boğazında karaya ayak bastıkları ilk yere önderleri İason'un adını vermişlerdir. İasonion denilen yerin, bugünkü Dolmabahçe sarayının bulunduğu yer olduğu sanılmaktadır. Yakın zamana kadar Çırağan tarafının ilk çağdaki adı olduğu kabul edilen Rodion Periboloi'nin(Rodion köprüsü) de 19. yüzyılın ikinci yarısında ortadan kalkmış olan ve yaklaşık olarak bugünkü spor caddesinin başında yer alan Beşiktaş deresi üstünde ki köprü ile ilgili olduğu ileri sürülebilir.

Bu durumda Ortaköy'ün eski adı olarak bilinen Arheion'un isminin de daha güney tarafları yani Beşiktaş'ı nitelediği savunulabilir. Erken Bizans döneminde, Sergion ve Antakya'nin bir yazlığına benzediğinden,
Daphne(defne) olarakda bilinen Beşiktaş, I.Leon döneminde(457-474) buraya yaptırılan Ayios Mamas sarayından dolayı bu isimle anılmaya başlandı. Muhtemelen burada, daha önce aynı Aziz'e adanmış bir kiliseden ötürü saraya bu ad verilmişti. 10. yüzyıla kadar Ayios Mauası adını taşıyan Beşiktaş, bizans kaynaklarında Zeukta Kionia(ikiz sütun), ve yaygın olarak da Diplokionion(çifte sütunlar) olarak geçer.

Bizans yönetiminin, İstanbul'u devamlı yağma tehdidi altında bulunduran Rus ve Bulgar akıncılara karşı kazanılan zaferin simgesi olarak diktirildiği belirtilen bu sütunların, Ayios Mamas sarayının yada 5. yüzyılda İmparator Zenon tarafından yıktırılan Zeus tapınağının kalıntılarından olabileceği ileri sürülmektedir.

Fetihden otuz yıl kadar önce İstanbul'a gelen İtalyan gezgin Cristoforo Buondelmonti'nin çizdiği kent tasvirlerinden birinde görülen bu sütunların yeri tam olarak tesbit edilememiştir. Dört Osmanlı döneminde de ayakta duran sütunlar, küçük kıyamet olarak bilinen 1509 depreminde yıkılmış, Fransız gezgin Petrus(1490-1565), kalan sütun parçalarının Barbaros Hayrettin paşa'nın türbesinin temellerinde kullanıldığını yazmıştır.

Beşiktaş'ın Osmanlı öncesi dönemde ki adına ilişkin en ilginç kayıt, Evliya Çelebi'nin ünlü seyahatnamesinde yer alır. Onun anlatımıyla: " zamanı kadimde, bu şehir kefere destinde(elinde) iken ismine Konapetro derlerdi.yani taş beşik demektir." Bugüne kadar bu iddiayı doğrulayacak bir kayıta rastlanmamıştır. Ancak burada beşik biçiminde lahitlerin bulunduğu da gözden kaçırılmamalıdır.

Son olarak; Türkler tarafından verilen adın yani Beşiktaş'ın üzerinde duralım. Beşiktaş'ın eski ve yeni sakinleri arasında yaygın olan ve yazılı kaynaklarada geçmiş olan teze göre, Beşiktaş isminin aslı
Beştaş dır. Bu da Barbaros Hayrettin Paşa'nın gemilerini bağlamak için kıyıya diktirdiği beş adet taş sütundan gelir. Beştaş adı zaman içersinde Beşiktaş'a dönüşmüştür. Halk etimolojisinin güzel bir örneği olarak değerlendirebileceğimiz bu görüş, Beşiktaş adının deniz ile ilgisini göstermesi açısından ilginçtir. Beşiktaş'ın adıyla ilgili en ciddi araştırmayı yapan Prof. Cavid Baysun ise, eski kaynaklarda bu adın Beşiktaşı olarak geçtiğine dikkat çekerek, Topkapısının Topkapı'ya dönüşmesi gibi, Beşiktaşı kelimesinin de zaman içersinde Beşiktaş'a dönüştüğünü iddia eder. Ayrıca Beşik kelimesinin de üzerinde durur ve sözcüğün aynı zamanda bir denizcilik terimi olarak kızak üzerinde kurulan yatak anlamına geldiğini belirtir. Beşiktaş semti kıyılarında, böylesine taş gemi beşiklerinin bulunması olasılığının yüksek olduğunu işaret ederek, beşiktaş adını bu olguya bağlar.

BEŞİKTAŞ TARİHİ:

Yönetim tarihi: Beşiktaş surların dışında bir semt olduğu için, Bizans döneminde yönetsel bir statüye sahip değildi. Osmanlı döneminde, yerleşim birimi özelliği kazanmaya başlayınca, kent yönetiminde ki yerini aldı. 16.yüzyılda, İstanbul sur dışına taşıp Galata, Üsküdar ve Boğaz'ın iki yakasında yeni yerleşmeler sonucu büyük bir metropol haline gelmeye başlayınca kent yönetimi de bu gelişmeye paralel bir biçimde düzenlendi.

Geleneksel olarak bir Osmanlı kentinde, yargı yetkisi ve yönetim yetkisi olan bir
kadı bulunurdu. Ama İstanbul'da tek bir kadı'nın böyle bir yükü kaldıramıyacağı görülerek kent, sur içi ve Bilâd-ı Selâse denilen bölgelere ayrıldı. Bilâd-ı selâse(üç bölge) yi oluşturan semtler, Eyüp, Üsküdar ve Galata olup bunlara ayrı birer kadı atandı. Beşiktaş ise, Kağıthane'den Rumelikavağı'na kadar uzanan Rumeli yakasının yöneticiliğini üstlenen Galata kadı'sına bağlandı. Ayrıca, belli bir nüfus yoğunluğuna ulaşan yerlerde, sorunları yerinde çözmek için daha alt düzeyde bir mahkeme kurulur ve kadıya bağlı bir naip atanırdı. Beşiktaş'da 16. yüzyılın ortalarında bir mahkeme kurulmuş ve Osmanlı döneminin sonuna kadar bir naip tarafından yönetilmişti. 16. yüzyılda, artık Kasaba-i Beşiktaş olarak anılan Beşiktaş'ın mahkeme yapısı, Sinan paşa caddesi mü'nin sokakta bulunmakktaydı. Hanedanın önce Dolmabahçe sarayına daha sonrada 1886 yılında Dördüncü daire-i belediye sınırları içinde bulunan Yıldız sarayına taşınması sonucu Beşiktaş, kent içersinde farklı bir statüye sahip oldu. Özellikle II.Abdülhamid döneminde(1876-1909), son derece sıkı korunan ve adeta bir yasak şehir havasına büründü.

Resmi adı
Zaptiye nezareti Beyoğlu Mutasarraflığı Beşiktaş polis memurluğu olan ve halk arasında Beşiktaş Muhafızlığı olarak bilinen kurumun başında uzun yıllar, Mareşal rütbesiyle ünlü Yedi-sekiz Hasan paşa bulunmuştur. Bu kişinin 1905 yılında ölümünden sonra söz konusu kurumun başına Ferik Vasıf paşa geçmiştir.

Belediye yönetimine gelince: Tanzimat sonrasında hızlanan devlet örgütlerindeki yenilenme, belde yönetimindeki ilk etkilerini İstanbul'da gösterdi. 1854 yılında Şehremaneti'nin ve ardından Paris kenti örnek alınarak şehri belediye dairelerine ayırma kararının ilk uygulaması olarak, Beyoğlu'nda 6. Daire-i Belediye'nin kurulmasıyla bu yolda ilk adım atıldı. Bu uygulamanın tüm kente yayılması ise, 6 Ekim 1868 tarihli
Dersaadet İdare-i Belediye nizamnamesinin yayınlanmasından sonra mümkün oldu. Bu nizamnameye göre 14 belediye dairesine ayrılan İstanbul'da, Beşiktaş, 7.daire olarak nitelenir ve sınırları: Dolmabahçe'den sahilen kayalar'a, ve berren(karadan) Levend çiftliği ve Şişli Feriköy'üne kadar olan karyeler(köyler) diye tanımlanır. Beşiktaş 1930 yılında ilçe olmuş, 23 mart 1984 yılında çıkarılan kanun hükmünde kararname ile de ilçe belediyesi kurulması kararlaştırılmıştır.

Beşiktaş'ın tarihsel gelişimi: Antik dönemde, Boğaz'ın iki yakasında uzanan sahil şeridi sık ormanlarla kaplı idi. Eğer buralarda bir zamanlar patikalar yada yollar bulunsa bile bunlar, çok dar ve elverişsiz bir durumdaydı. Ulaşım kayıklarla yapılmaktaydı. İç bölgelerde var olduğu düşünülen yerleşim birimleri hakkında herhangi bir bilgi günümüze kadar gelmemiştir.

Bugünkü Beşiktaş'ın en güney noktasını Dolmabahçe sarayı oluşturur. Burası, adından da anlaşılabileceği gibi Osmanlı döneminde denizin doldurulması ile elde edilmiş bir alandır. Bizantion'lu Dionisios'un, Pentekontorikon adıyla andığı bir bölge vardı ve burada Pentekontoros adı verilen ve elli kürekten oluşan gemiler demirlerdi. Dolmabahçe'nin eskiden koy olduğu düşünülürse, Pentekontorikon denilen bölgenin burası olması son derece akla yatkındır. Bu bölgenin yakınlarında İskitli köyü diye anılan başka bir yerleşim yeri daha vardı. Boğa lakabıyla tanınan bu İskitli, İskit ülkesinden yani bugünkü Ukrayna'dan yola çıkarak, Girit kralı Minos'un karısı Pasifae'yi baştan çıkartmaya giderken burada konaklamıştır. Bizantion'lu Dionisios'un bu öyküsü, açıkca, Yunan Mitolojisinde ki bir efsanenin daha akılcı bir versiyonudur. Bu efsaneye göre deniz tanrısı Posedion, Girit kralı Minos'a kurban edilmek üzere beyaz bir boğa gönderir. Kralın kurban etmek yerine boğayı beslediğini görünce de, ceza olarak karısı Pasifae'nin boğaya aşık olmasını sağlar. Bu birleşmeden yarı hayvan, yarı insan, mitolojik bir canavar olan Minotaurus(Minos'un boğası) doğar.

Dionisos'a göre bu köyün kuzeyinde İasonion adıyla bilinen bir başka yer daha vardı. Apollo adona bir sunak bulunan bu yere adını veren İason, efsaneye göre, Teselya'da ki İolkos kralı Aison'un oğludur. Karadeniz'de ki efsanevi altın postu getirmesi koşuluyla babasının tahtını geri almak üzere Pelias'dan söz alan İason, altın postu bulmaya giden Arganotların lideri olarak çıktığı sefer sırasında, Beşiktaş bölgesinde demirlemiştir. uzun süre İasonion olarak anılan bu bölgenin aslında Beşiktaş olmadığını düşündüren bazı kaynaklar mevcuttur. 1200 yılında Kostantinopolis'i ziyaret eden Rus hacısı Novgorod'lu Antoniy, bu civarda maçukov adlı bir manastıra yaptığı ziyaretden bahseder. Bu manastırda kemikleri saklanan Aziz İason, arada ki binlerce yıla rağmen İason'un son izdüşümü olmalıdır. Gerçekten de Ortodoks kilisesinde İason adını taşıyan bir kaç Aziz'den bahsedilir. Fakat bunların hepsi de görece önemsiz Azizlerdi ve hiçbirinin Kostantinopolis ve civarına gömüldüklerine dair bilgi yoktur. Antoniy'den önce yada sonra hiç bir Bizans kaynağında geçen Slav asıllı Maçukov adının bugünkü Maçka semtinde yaşaması oldukça ilgi çekicidir. Dionisios'un ve Novgorodlu Antoniy'in verdiği bilgilere dayanarak, İasonion'un Maçka'nın altında ki kıyı şeridi olduğu, Dionisios'un Arheion diye zikrettiği yerinde Beşiktaş olduğu kabul edilirse, yazarın Rodos'tan Bizantion'a gelen gemilerin, İasonion ile Arheion arasına demir attığı yer olarak tanımladığı " redion periboloi ", günümüz araştırmacıları tarafından kabul edildiği gibi, Çırağan sarayının bulunduğu mevki değil, daha güneylerde bir yer olmalıdır. Anaplus Bosporu'ya göre, Arheion kuzeye doğru, tepeler ve bunların arasında akan bir ırmakla betimlenir. Bölgede ki tek dikkate değer akarsuyun Ihlamur deresi olduğu kabul edildiğinde, Arheion gerçekte Beşiktaş olmalıdır. Roma döneminde Ihlamur oldukça geniş bir akarsu idi ve kaynaklara göre üzerinde bir köprü vardı.

Dionisios, Arheion adının Tasos kentinden gelerek burada bir yurt kurmaya çalışan fakat egemenliklerinin tehlikeye düşmesinden çekinen Halkedon(Kadıköy) halkı tarafından püskürtülen Yunanlı Arheisas'a dayandırır.

Bizans dönemi: Bizans döneminde[4.yy-15yy] günümüz Beşiktaş'ın kıyıları şu üç yapı ile tanınırdı. Mihael kilisesi, Ayios Mamas saray kompleksi ve Fokas manastırı. Bu yapılardan biri olan Mihael kilisesi, Konstantinopolis'in kurucusu olan I.Constantinus döneminde inşa edilmişti ve hıristiyan hacıları ziyaret ettiği çok ünlü bir hac merkeziydi.Yazılı metinlerde Konstantinopolis'den uzaklığı 6.300 metre olarak belirtildiğine göre Kuruçeşme yada Arnavutköy semtlerinde olması gerekirdi. Bu kilise I. İustinianos döneminde onarıldı ve Ayasofya camine benzeyen sekizgen kubbesiyle, 10.yy kadar varlığını sürdürdü. Ayios Mamas kompleksi Ihlamur deresi üzerinde bulunan köprünün civarında olduğu ileri sürülmektedir. Bu kompleks, bir saray, bir hipodrom, bir liman ve denize açılan yarı daire şeklinde ki revaktan oluşuyordu. Mamas sarayı, VI.Konstantinos'un(780-797) iktidarının ilk yıllarında, tahtı ele geçirmek için ayaklanan komutan Artavasdos'un saldırılarını göğüslemek üzere karargah haline getirilmişti. Daha sonraları VI.Konstantinos ve annesi imparatoriçe Eirene tarafından kullanıldı. 792 yılında tahtı ele geçirmek için ayaklanan amca Nikeforos'un gözlerine burada mil çekilmiş, kardeşlerinin dilleri burada kesilmiştir. Konstantinos, annesinin muhalefetine rağmen Teodote ile yine bu sarayda evlenmiştir. VI.Konstantinos'un tahttan indirilmesi nedeniyle ilk kez kayıtlarda yer alan Ayios Mamas hipodromu muhtemelen, saray ile birlikte 5.yy da inşa edilmişti. 813 tarihinde, liderleri Krum yönetiminde Konstantinopolis'in banliyölerini talan etmeye gelen Bulgar akıncılar, Mamas hipodromunu'da yağmalamış, burada bulunan aslan, ayı ve deniz canavarı heykellerini de beraberlerinde götürmüşlerdir.

Ortaçağ'da beşiktaş da bulunan diğer tarihi bir yapı da yukarıda üçüncü sırada ismini belirttiğimiz Fokas manastırıdır. 832-842 yılları arasında Konstantinopolis'in patriği olan VII.İoannes'in kardeşi olan Arsavir'in sarayı olarak bilinir. Arsavir'in muhalifleri ve düşmanları sarayında büyücülük yaptığı şeklinde suçlamalarda bulunmuşlardır. saray daha sonra bir saray memuru tarafından satın alınmış ve manastıra dönüştürülmüştür.
1156953535nehirakkayabesiktas.jpg


Osmanlı devleti dönemi : Beşiktaş, yerleşim yeri kimliğini ancak Osmanlı imparatorluğu döneminde kazanmıştır. Bizans dönemim boyunca Boğaziçi, özellikle Karadenizden gelen yağmacıların akınlarına uğramış, bunların yarattığı tahribat ve korku sur dışında ki yerleşimlerin gelişmesine ve genişlemesine engel olmuştur. Beşiktaş'ın Osmanlı döneminde bir yerleşim yeri hüviyeti kazanması, Karadeniz'in Osmanlıların egemenliği ve kontrolü altına girmesi sonucu olmuştur. Boğaziçi'nde yerleşimi etkileyen bir başka unsurda, iklim koşullarıdır. Özellikle kıyı kesiminin sert esen kuzey rüzgarlarına açık olması ve denizin yarattığı nem, kıyı boyunca yapılan yapıların çok korunaklı olmasını gerektirmektedir. Bu ise pahalı inşaat demektir. Osmanlılar ise ucuzluğu, kolay yapılabilmesi ve kolay onarılabilmesi gibi nedenlerle daha çok ahşap yapıları tercih etmişlerdir. Bu tür yapıların kıyılarda daha çok yazlık yerleşmeye elverişli olması, Boğaziçi'nin 20yy kadar uzanan tarihi boyunca, yalı denilen bir özgün mimari tarzının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Asıl yerleşmeler ise, sert hava akımlarından daha az etkilenen koylarda, vadilerde ve tepelerin güneye bakan yamaçlarında olmuştur. İşte Beşiktaş'ın gelişmesi de bu doğrultuda olmuştur. Beşiktaş, Boğaziçi kıyılarında gelişen ilk yerleşim birimi olmuştur. Galata ile Beşiktaş arasında kalan Fındıklı ise, 16.yüzyılda gelişmeye başlamıştır. kıyı kesimi ise, II.Bayezid döneminde (1481-1512) kaptan-ı deryalar'a verilmiş, daha sonra Beşiktaş bahçesi olarak anılacak Dolmabahçeden, Hayreddin iskelesine kadar olan bu bölgede, kaptan-ı deryalar için de bir yalı yaptırılmıştı. Beşiktaş kıyıları 16. yüzyılda bu özelliğini sürdürecek, Barbaros Hayrettin paşa, Sinan paşa ve Kılıç Ali paşa gibi kaptan-ı deryalar, Beşiktaş'da kalıcı izler bırakacaktır.

Beşiktaş kıyıları, I.Ahmed döneminden başlayarak(1603-1617) hanedana geçecek ve has bahçeler olarak düzenlenip Sahil saraylarla donatılacaktır. 16.yüzyılda Osmanlı hanedanının Beşiktaş'la ilgisinin ilk eseri olarak Kanûni Sultan Süleyman, Beşiktaş bahçesi arkasında ki bir tepede saray yaptırmıştı. Süleyman sarayı olarak anılan bu yapının daha sonra inşa edilen Bayıldım kasrının yerinde olduğu tahmin edilmektedir. Uzun bir süre Süleymaniye mahallesi olarak bilinen bu çevrede günümüze ulaşamayan bir mescit vardı ve Süleymaniye mescidi olarak biliniyordu. Sarayın önünden sahile kadar uzanan alan, Kale bahçesi olarak anılmakta ve kıyıda ki Sultan iskelesi ile son bulmaktaydı.

Düzlük kesimde bir cirit alanı yer almaktaydı ki; 19. yüzyıla kadar bu özelliğini korumuştur. Yunan tarihci Skarlatos Bizantios, Dolmabahçe'den Beşiktaş iskelesine kadar uzanan kıyının, Barbaros Hayrettin paşa tarafından Akdeniz adalarından topladığı 16 bin kadar savaş esirini çalıştırarak doldurulduğunu ve rıhtım olarak düzenletildiğini bildirir. 15. yüzyıl sonlarında oluşmaya başlayan bir gelenek de, donanmanın Beşiktaş önlerinde demirlemesiydi. Her yıl kış aylarında Haliç' de yenilenen yada donatılan gemiler, Mayıs ayında, sefere çıkmadan önce Beşiktaş önlerine gelir, buradan kaptan-ı deryayı alarak Sarayburnu kıyısında ki Yalı köşkünde bekleyen padişahı selamlayıp Ege denizine açılırdı. Eylül-Ekim aylarında gemiler geri döndüklerinde yine Beşiktaş önlerine demir atarlardı. Beşiktaş'ın Kaptan-ı Deryaların semti olmasının bir nedeni de burada bıraktıkları eserlerdir.

İlk önce Barbaros Hayrettin paşa, Mimar Sinan'a bir cami, medrese ve darülkurra ile 1541 yılında kendi türbesini yaptırmıştır. Bu yapılardan türbe dışında hiç biri günümüze ulaşmamıştır. Ardından ünlü Vezir-i azam Rüstem Paşa'nın kardeşi olan Kaptan-ı derya Sinan paşa, ünlü mimar Sinan'a cami, medrese ve çifte hamamdan oluşan bir külliye yaptırmıştır. Bu yapılardan hamam günümmüze kadar ulaşabilmiş diğerleri yıkılıp gitmiştir. 16.yüzyılın son büyük denizcisi olan Kılıç Ali paşa, Tophane'deki asıl külliyesinin yanı sıra Mimar Sinan'a Çırağan semtinde bir cami ile sübyan mektebi yaptırmıştı. Bu yapılar ne yazık ki günümüze ulaşmamıştır.

Beşiktaş iskelesinin arkasında ki meydan 16.yüzyıldan başlayarak, Rumeli-Anadolu arasında işleyen kervanların durağı, aynı zamanda Anadolu'dan gelip Rumeli'den seferlere katılan eyalet askerlerinin geçit yeriydi. 19. yüzyıla kadar deve meydanı adını taşıyan bu yerde, birde Kervansaray olduğu tahmin edilmekteydi. Ancak Evliya çelebi'nin sözünü ettiği ve İstanbul'da ki tek Kervansaray olma özelliğini taşıyan bu yapının Sinan paşa külliyesinin bir parçası olduğu da ileri sürülmektedir. 17. yüzyıldan itibaren Beşiktaş'ın çehresinin değişmeye başladığı görülür. I.Ahmed döneminde Dolmabahçe koyu doldurulmuş, kaptan-ı derya Cağalazade Yusuf paşa'nın oturduğu Cağalazade yalısı yıktırılarak Beşiktaş sarayının ilk yapıları inşa edilmiştir. Bu dönemden başlayarak üç yüz yıllık bir süreç içersinde Beşiktaş kıyıları hanedan üyelerine ait birbiri ardınca yapılan ve yenilenen çok sayıda saray ile donatılmıştır. Bu sarayların hepsi yazlık saraylardı ve ilkbahar mevsiminde yayımlanan göç fermanı ile taşınılır, sonbaharda ki fermanla da kışlık saraylara dönülürdü. Saray ile ilişkili kişilerin ve Osmanlı üst tabakasında seçkin bir yeri olan ilmiye sınıfı mensuplarının da Beşiktaş'a rağbet ettiklerini görmekteyiz. Bunlardan kalıcı bir örnek: yaptırdığı cami çevresinde bir mahalle oluşan ünlü Dârüssaade ağası Abbas ağadır. Bir başka önemli örnek de, seçkin bir tarikat olam Mevleviliğin Galata ve Yenikapı'dan sonra İstanbul'da ki üçüncü dergahlarını 1622 yılında bugünkü Çırağan sarayı yerinde kurmalarıdır.

Beşiktaş 17. yüzyılda Abbasağa ve Vişnezade mahallelerinin oluşumu sonucu sırtlara doğru genişlerken, nüfus bileşimide oturmuş gibidir. Semtin ticari merkezi durumundaki Köyiçi'nde müslümanlar, Rumlar ve Ermeniler bir arada yaşarlarken, Abbasağa sırtlarına doğru Ermeniler, Uzuncaova'ya doğru da Rumlar yerleşmişlerdi. Az sayıda da Yahudi vardı. Dönemin ünlü şairi Nedim de Beşiktaş'ı mesken tutmuştu. Bir yazarımızın anlatımıyla: " Beşiktaş'da olgunlaşıp İstanbul'a yayılan bahçe,çiçek, havuz, şimşirlik, çırağan, helva sohbetleri,letaif gelenekleriyle " süslenen bu dönem, 1730 yılında ki Patrona Halil isyanı ile son bulduysa da, başta hanedan olmak üzere İstanbul'un üst tabakasının yaşam biçiminde kalıcı izler bırakmıştır.
1156953511nehirakkayabarbaros.jpg


I.Mahmud, harap hale gelen Beşiktaş sarayının yapılarını onarttığı gibi, 1747 yılında Kasr-ı Dilârâ yı inşa ettirmiş, 1749 yılında da Dolmabahçe tarafında yeni bir kasır yaptırmıştır. III.Mustafa, 22 Mayıs 1766 yılında ki büyük depremde hayli tahribata uğrayan Beşiktaş sarayını derhal onartmış, ve yazlık sarayı olarak kullanmayı sürdürmüştür. 18. yüzyılda Beşiktaş yerleşimi, bir yandan Beşiktaş deresi ile Ihlamur deresi vadisi boyunca genişlerken, diğer yandan da Serencebey sırtlarıda iskana açılmaya başlamıştı. Ihlamur deresinin Fulya'ya kavuştuğu yer ve bugünkü Topağacı sırtları 18. yüzyıl da Hacı Hüseyin bağları olarak anılırdı. Bu bağ ve içindeki köşk, mirîye geçtikten sonra bağ, yörenin en büyük mesiresi olmuş, köşkün yerine de 19. yüzyılda Ihlamur kasrı yapılmıştır. 18. yüzyılda Beşiktaş'da görülen en önemli belediye hizmeti, 1731 yılında tamamlanan Bahçeköy'de ki I.Mahmud bendinden su getirilmesidir. 1731-1839 yılları arasında dört aşamada yapılan ve Taksim suyu adı verilen bu tesisler sonucu Beşiktaş düzenli suya kavuşmuş ve dolayısıyla semtde bulunan çeşme ve hamam sayısı da artmıştır. III.Selim döneminin 1807 yılında kabakcı Mustafa ayaklanmasıyla kanlı bir biçimde sona ermesi neticesi başlayan karışıklıklar, 1080 yılında II.Mahmud'un tahta geçmesiyle durulmuş İstanbul'da yaşam yeniden düzene girmişti. II.Mahmud'un pek çok acı olayın geçtiği Topkapı sarayını bırakarak kış aylarını da Beşiktaş sarayında geçirmek istemesi, başlangıçte yöneticilerin tepkisi ile karşılaşmış ancak 1820 yılından sonra çoğu zaman Beşiktaş ve Çırağan sarayları ile, Yıldız kasrında kalmış, 1834 yılında Beşiktaş sarayı yenilendikten sonra da bütünüyle Topkapı sarayını terk etmiştir. padişahla birlikte hanedanın diğer üyeleri ve devlet erkanı da Beşiktaş'a yerleşmeye başlamışlardır. bundan sonra Beşiktaş, bir tarihçimizin deyimi ile
Dersaadet'de bir payitaht olmuştur.

19. yüzyılda yaşanan çok önemli bir gelişme de, kent içinde ki insan hareketliliğini arttıran ulaşımda ve toplu taşım araçlarında yaşanmıştır. Galata köprülerinin inşası, İstanbul ile Beşiktaş'ın bağlarını güçlendirmiş, 1851 yılında şirket-i hayriye'nin kurulmasıyla Boğaziçi'nin diğer semt iskelelerine düzenli vapur seferleri başlamış, bu da bütün Boğaz köylerini olumlu yönde etkilemiştir.

1869 yılında imtiyazı verilen Tramvay şirketi de ilk hattı, 1872 yılında Azapkapı-Beşiktaş hattında hizmete açmıştır. Atlı olan bu ilk tramvaylar, 1913 yılında elektirikli olduktan sonra, Bebek'e kadar olan hatda 1961 yılına kadar hizmet vermişlerdir.

Yine bu dönemlerde İstanbul'da ki Toplu konutların ilk örneklerini oluşturan Akaretler ile, Ortaköy semtinde YahudÎ cemaatine ait
Las dizioço [18 evler yada Akaretler] beşiktaş'ın kentsel görünümünü etkileyen unsurlardır.

II.Abdülhamid döneminde(1876-1909) Yıldız sarayı'nın sadece padişahın ikametgahı değil, 1878 yılından başlayarak istibdat olarak nitelenen bir yönetim anlayışının da merkezi olması, Beşiktaş'ı değişik yönlerden etkilemiştir. Öncelikle padişahın yakın çevrelerinde yer alanlar ikametgahlarını Yıldız sarayının yakınlarına taşımışlar, Bu dönemde Serencebey yokuşu ve çevresi ile Abbasağa mahallesi ile üst tarafında oluşan Yeni mahalle, pek çok konakla dolmuştur.
 
Geri
Üst