Şefaat vardır ve haktır.

İ

İslami Yazar

Forum Okuru
Şefaat vardır ve haktır.
Şefaat, lügat itibariyle, cürüm ve günahların affını talep etmektir. Bütün Ehl-i sünnet alimlerine göre; peygamberlerin, seçilmiş kimselerin ve Kur’an-ı Kerim, oruç, Ka’be-i Muazzama gibi şeair-i islamın, büyük günah sahipleri için yapacakları şefaatleri haktır.


şefaat haktır.jpg



Allah’ın lutuf ve keremiyle, ehl-i isyanın, şefaatsiz dahi mağfireti caiz olunca, şefaat sahibi bir zatın şefaatine nailiyyet halinde, Allah’ın rahmetine mazhar olunması evleviyyetle mümkündür.

Cenab-ı Hak kâfirlerin düştükleri hallerin kötülüğü ve azaplarının şiddetini beyan ederken, Şefaat edeceklerin şefaati, onlara bir fayda vermez. , buyurarak, şefaatin varlığına da işaret buyurur. Çünkü şefaat sabit olmadan, ondan mahrum kalan kafirlerin, hallerinin perişanlığından bahsetmek manasız olur.

Yine, O günkü kıyama duracak, Ruh ve Melâike, saf saf. (Ne bir şefaat, ne bir talep, ne de her hangi bir maksat ile) bir kelime söyleyemezler, o kimseden başka ki, Rahman ona izin vermiş, o da doğruyu söylemiştir. ayet-i celilesi de şefaatin sübutunu ve onun şartlarını beyan buyurur.

Peygamber Efendimiz S.A.V de, şefaat hakkında şöyle buyururlar: Her Peygamberin müstecab bir duası vardır. Her peygamber o duayı yapmakta, acele etti. Ben ise bu duamı kıyamet gününde, ümmetime şefaat olarak kullanmak üzere sakladım. Ona inşaallah, ümmetimin şirk koşmadan ölenleri nail olacaktır.

Yine: Şefaatim, ümmetimden büyük günah sahipleri içindir. , buyururlar.

Bazı dalalet fırkaları şefaati inkar etseler de, ehl-i sünnet indinde, -teferruat müstesna- şefaat hakkında ihtilaf olmayıp, şefaatin olacağına icma gibi kuvvetli bir delil mevcuttur.


Şu dikkat edilmesi icabeden bir husustur ki, bu nimete sahip olan kimseler, bu tasurruflarını çok dikkatli bir şekilde kullanırlar. Allah’ın izni olmadan hangi kimse şefaate cüret edebilir ki! Kimin haddi ki, Allah’ın izni olmaksızın huzur-u kibriyada şefaat edebilsin.

Ayet-i kerimesi buna delalet eder. Allah dilerse, şefaat kapısı açılır ve şefaate mezun olanlar, kendi dilediklerine değil, yine Allah’ın dilediklerine şefaat ederler. Bu vasatta şu sual akla gelebilir: Mademki Allah’ın, affını dilediği kimse şefaat olunuyor, niçin Hz. Allah, affetmeyi murad ettiği kimse için, bir şefaatçiyi vasıta kılıyor?

Ehl-i Sünnet olarak inancımız, Cenab-ı Hakk’ın her işinde bir hikmet vardır. Şefaatin hikmeti: Şefaat edenlerin şanlarını yücelmek ve onları mükerrem kılmaktır. İşte bu kabilden bir hadis-i şerifte şöyle beyan buyrulur: Kıyamet günü, Cenab-ı Hak, emaneti olan Kur’an-ı Kerimden Levh-ı Mahfuza sorar. Levh-ı Mahfuz, emaneti İsrafil A.S’ma teslim ettiğini; İsrafil AS. Mikail AS; Mikail AS, Cebrail AS, Cebrail AS da Peygamber Efendimize teslim ettiğini söyler. Peygamber Efendimiz huzurullah’a davet edilir. Cenab-ı Hak habibine sorar: Ya Muhammed! Cebrail’in emaneti sana ulaştı mı? Peygamber Efendimiz: “Evet, Ya Rab! Onu ümmetime tebliğ ettim., buyurur. Bunun üzerine Cenab-ı Hak: Çağırın ümmet-i muhammedi, onlara emanetimden sual edeceğim. buyurur.

Peygamber Efendimiz: Ya Rab! Ümmetim zayıf kimselerdir. Senin huzuruna çıkmaya güç yetiremezler. Cenab-ı Hak: Ey habibim! Onları getirmen lazım., buyurunca Peygamber Efendimiz: Bana izin ver Ya Rab! Adem AS gideyim. İzin verilir ve Peygamber Efendimiz Adem AS yanına giderek şöyle buyurur: Ya Adem! Sen beşerin babası, ben ise nebisiyim. Onlara bir sıkıntı isabet ederse, her ikimiz de üzülürüz. Sen ümmetimin günahlarının yarısını, ben de yarısını yükleneyim de, ümmetimin hepsi sualden kurtulsun. Adem AS şöyle buyurur: Ya Muhammed! Ben kendi nefsim ile meşgulüm. Buna güç yetiremem. Peygamber Efendimiz bu cevabı alınca, üzgün bir şekilde Adem AS’ın yanından ayrılır ve Arş-ı a’lanın altına gelip, orada secdeye kapanarak, ağlamaya başlar. Bu ağlama esnasında, Cenab-ı Hakka şöyle yalvarır: Ya Rab! Ben, senden ne nefsimi, ne kızım Fatıma’yı, ne de torunların Hasan ve Hüseyni istiyorum. Senden ümmetimi istiyorum, Ya Rab! Onları bağışla.” Bu iltica üzerine Cenab-ı Hak habibine seslenerek: Kaldır başını Ey Habibim! Ümmetini affettim ve onları sana verdim. buyururlar. İşte Ve ileride Rabbın sana atâ edecek, öyle atâ edecek ki rızaya ereceksin. Ayet-i celilesi bunu müjdeler.

Peygamber Efendimiz S.A.V en büyük şefaatin sahibidir. İrşad ve Tasarruf sahibi olan varisleri de, bu şefaate veraseten sahip olup, milyarlarca ümmete şefaat edeceklerdir. Ayet-i Kerime, hadis-i şerif ve icma ile sabit olan şefaati inkar etmek, dünya ve ahiret hüsranını muciptir. Bahr-ı Râikte şöyle bir ibare mevcuttur: Peygamber Efendimizin şefaatini, Kiramen Katibini ve ru’yetüllahı inkar edenin arkasında namaz kılınmaz. Çünkü o kimse kafirdir.
 
Hocam merhaba, benim dayım uzun süre böbrek yetmezliği çekti, diyalize bağlandı ve sonun da Hakkın Rahmetine kavuştu. Rahmetli dini bütün biriydi ibadetlerini aksatmadığı gibi insanları kırmaktan üzmekten çekinirdi. Şimdi benim sorum şu ; Uzun süre hastalık çekip vefat edenler şehit oluyormu ? ( İnsanlar bu konuda çok farklı yorumlar yapıyor kafam karışık) Şayet şehit oluyorsa , bir başkasına şefaat edebilirmi ?
 
Merhaba. Cenab-ı Hakkın kuluna verdiği her sıkıntı ve musibet bir imtihandır. Şayet o kul Allah’a daima ibadet üzere olup dinini tam manasıyla yaşıyorsa verilen sıkıntı ve musibetler Günahlarının affına ve derecesinin artmasına vesile olur. Bu şekilde uzun süre Eza ve cefaya maruz kalan kimsenin akibetini Cenab-ı Hak daha iyi bilir. Şehitlik mertebesi de öyle kolayca elde Edilen bir mertebe olmadığı gibi bu gibi vefat edenelerin hepsine şehit diyemeyiz. Lakin Hadisi Şerif’lerden öğrendiğimiz bazı şeylere istinaden bu gibi kimselerin Günahsız olarak vefat ettiğini ve Şehit sevabına nail olduğunu söyleyebiliriz. Şehit olarak vefat etmek başka, şehit sevabı alarak vefat başkadır.
 
Geri
Üst