Stresli Çocuklar

melegim

Yeni Üye
Üye
Stresli Çocuklar
Şehir hayatının olumsuzluklarından en çok çocuklar etkileniyor. Çalışan anne-babalar, küçük apartman dairelerinde sıkışan hayatlar, sanal oyunlar ve arkadaşlar… Kendini ifade etmekte zorlanan çocuklar, bunu aşırı yaramazlık ve saldırganlıkla dışa vuruyor. Bir başka ifadeyle çocuklarımız stres kurbanı.

Huzursuzluk çıkaran, hırçınlık yapan, her istediğini ağlayarak yaptırmaya çalışan, kimi zaman kendine ve çevresindekilere zarar veren çocukların davranışları yetişkinler tarafından klasik bir iki cümleyle tanımlanır; “Kime çekti ki bilmem… Ayşe Hanım’ın oğlunu çok kınamıştım, Allah başıma verdi.” Aileler bunu bilinçsizce yapsa da bu ifadeler, çocuk davranışlarının en yaygın yorumlanma şeklidir. Halbuki çocuklar da en az büyükler kadar sıkıntılı ya da stres içinde olabilir. Özellikle de büyük şehirlerde yaşayan çocuklar…

Oysa modern hayat günümüz çocuklarına çok farklı imkânlar sunuyor. Ama onlar yine de mutsuz, problemli, tatminsiz ve stresli... Şüphesiz bunun pek çok sebebi var. En başta da ebeveynlerin yoğun iş temposu ve çocuklarına yeteri kadar zaman ayıramaması geliyor. Bir de yaşanan mekânların doğallığını kaybetmesi etkili oluyor. Anne babaların sürekli bir şeylere yetişme ve yetme kaygısı, hem kendilerini hem de sevdiklerini arka plana atmasına neden olabiliyor. Yeteri kadar sevgi görmeyen ya da aşırı ilgiyle karşılaşan çocuklarda davranış bozuklukları ortaya çıkabiliyor. Onlar da duydukları rahatsızlıkları ebeveynlerine ya oyuncaklarını kırarak ya kendine ve çevresine zarar vererek veya sürekli ağlayarak hissettirmeye çalışıyor.

Çocuk Psikiyatrisi Uzmanı Doç. Dr. Mücahit Öztürk’e göre modern hayat çocukların davranış ve duygularını sınırlıyor. Doğası gereği hareketli, heyecanlı, sınırsız hayal gücüne sahip çocuklar büyük şehirlerde bu özelliklerini karşılayabilecek doğal ortamlar bulamıyor. Dolayısıyla iç dünyasındaki enerjiyi boşaltamıyor, çevresiyle sağlıklı ilişkiler kuramıyor, oyunla doyuma ulaşamıyor. Kurulan arkadaşlıklar ve ilgi alanlarının sınırlı olması da çocuklara yüzeysel bir dünya sunuyor. Onlar da çareyi bilgisayarda arıyor. Ancak, bu durum yalnızlığı daha da pekiştiriyor. Böyle olunca da çocuklar öfkeli, ilişkilerinde kırıcı, tutarsız ve mutsuz oluyor.

Okulda da durum değişmiyor

Psikolog Alanur Özalp, çocuklarda stresin artmasına sebep olarak doğal hayattan uzaklaşmayı işaret ediyor: “Eskiden çocuklar toprakta doğayla iç içe oynuyordu. Birden fazla ‘mahalle arkadaşı’ ve komşuları; anne-babanın dışında sevgi alabileceği akraba, komşu gibi ‘ara kişiler’ vardı. Şimdi bunlar büyük şehirlerde yok. Zarar görür diye sokağa da çıkarılmıyor. Doğayla temasları yok. Çocuklar bunların farkında. Eksikliğini hissettikleri her durum için stresleri artıyor.”

Çocukların davranışları okulda da farklı değil. İstanbul Ortaköy’deki Meşe Palamudu Çocuk Evi’nin sahibi Özlenen Kutlar, yetişkinlerin çevresindeki olayları bir süre sonra normal olarak görmeye başladığını fakat çocukların onlara oranla daha duyarlı ve tepkili oldukları fikrini savunuyor. Kutlar’a göre yuvaya ilk gelen çocuğun stresli olmasının altında, “Acaba akşam annem ya da babam beni almaya gelecek mi?” şüphesinin yattığını belirtiyor.

Meşe Palamudu Çocuk Evi’ndeki anaokulu öğretmeni Hülya Ekşi ise çocukların birkaç gün uyumluyken aniden sorunlu olabildiğini, çevrelerindeki olay ve ortamlardan çabuk etkilendiğini söylüyor: “Üç yaşında fakat zihinsel gelişimi 5 yaşında, ailesi tarafından sevgi, bilgi ve bilinçle büyütülmüş, hiç sorun çıkarmayan bir çocuğumuz vardı. Yakın zamanda öğle uykusunda altına kaçırmaya, yemeğini yememeye, arkadaşlarıyla oyuncaklar yüzünden tartışmaya, onlara rahatsızlık vermeye başladı. Bunlar bu zamana kadar hiç yapmadığı şeylerdi. Yuvada değişen bir şey yoktu. Ailesini çağırdık. Davranışlarını anlattık. Sebebinin ne olabileceğini sorduk. Meğer evde uzun süren bir tadilat varmış. Odasını kullanamıyor, anne-baba da çocuklarıyla yeterince ilgilenemiyormuş. Bunlar çok ufak şeyler ama çocuk için ciddi stres kaynağı olabiliyor.”

İzmit Kullar Vezirçiftliği İlköğretim Okulu’nda beşinci sınıf öğretmeni Meryem Pamuk’a (22) göre, büyük şehirlerde yaşayan çocuklar daha stresli. Çünkü onlara daha fazla sorumluluk yükleniyor. Üstelik oyun alanları da yok. Tek eğlenceleri televizyon ve bilgisayar. İzmit’e beş dakikalık uzaklıkta olmasına rağmen bulunduğu yerin bir köyü hatırlattığını belirterek, “Burada çocuklar daha rahat. Aileler eğitim açısından baskı yapmıyor. Doğal bir hayat var. Sürekli toprakla hayvanlarla birlikteler. Streslerini atıp enerjilerini harcayabiliyorlar. Bu da eğitimimizi daha verimli kılıyor.” diyor.

Psikolog Alanur Özalp çalışan ve çalışmayan annelerin davranışlarının da çocuk üzerinde etkili olduğu görüşünde. Çalışan anne çocuğunu yuvaya verdiği için vicdan azabı duyuyor ve ona hoşgörülü davranıyor. Çalışmayan anne de günün koşuşturmasına kendini kaptırıyor. Tüm gün çocuğun ihtiyaçlarını karşılıyor ama birlikte zaman geçirmiyor. Oyuncaklarını önüne atıp ses çıkarmadan oynamasını istiyor. Her iki davranış da çocuğun psikolojisini bozuyor. Birinci davranış çocuğun sınırsız büyümesine, istediği her şeyin yapılmasına, yapılmadığında da mutsuz ve hırçınlaşmasına sebep olurken ikinci davranış da çocuğun yalnızlaşmasına, dikkat çekmek için boya kalemleriyle duvarları boyamasına, yemek yemekten uzaklaşmasına, oyuncaklarını kırıp dökmesine neden oluyor.

Psikolog Özalp, yetişkinlerle çocuk arasında ‘kaliteli zaman’ geçirilmesinin önemine dikkat çekerek, “Her çocuk anne-babasıyla vakit geçirmek, oynamak, konuşmak, duygularını ifade etmek ister. Bunlar ciddi ihtiyaçtır. Gelecekte sağlıklı bireyler yetiştirmek isteyen her ebeveyn de bunu dikkate almak zorunda.” diyor.

Stresli çocuklar nasıl davranıyor?

Özlenen Kutlar’a göre çocuklar çevrelerindeki her türlü faktöre karşı oldukça duyarlı. Çünkü zihinlerinde ödenecek borçlar, iş toplantıları, ilgi bekleyen aile fertleri, çek-senet derdi olmadığı gibi sorumlulukları da yok. Dolayısıyla yetişkinlerin görmekte zorlandıkları ya da ‘hayatın gereği’ deyip geçtiği durumlar onlar için stres kaynağı olabiliyor ve buradan sonra çocuğun sıkıntısı başlıyor. Kendince cümleler kurarak ne kadar sıkıldığını anlatmaya çalışıyor; fakat hayatın akışına kendini kaptırmış anne-baba onu duymuyor. Kelimelere dökemediği sıkıntısını bu sefer de davranışlarıyla anlatmaya çalışıyor. Sonucunda da ebeveynlere göre bazen ‘yaramaz’ bazen ‘hırçın’, bazen de ‘şımarık’ diye tanımlanıyor. Psikologlara göre çocukların her ‘farklı’ davranışının altında bir sebep yatıyor. Çünkü dünyaya geldiği andan itibaren bebekler yolunda gitmeyen bir şeyler yaşadığında (altını kirlettiğinde, acıktığında, gazı olduğunda vs…) ağlamaya başlıyor. Dolayısıyla çocuklar eğer normalden farklı tepkiler veriyorsa muhakkak bir anlamı vardır. Anne-babaya ise çocuklarını bunları göz önünde bulundurarak anlamaya çalışmak kalıyor.

Anaokulu öğretmeni Hülya Ekşi stresli çocukların davranışlarını şöyle sıralıyor: Öfkeli, saldırgan, alıngan davranıyorlar. İnatçı oluyorlar. Alakasız nedenlere tepki verip söylenenin tersini yapıyorlar. Elbette bu tür davranışlar çocukların okul başarısını da düşürüyor. Üstelik arkadaşlarının yaptığı faaliyetlere katılmıyor, kendini diğer çocuklardan soyutluyorlar. Arkadaşlarına sinirlendiğinde zarar verme eğiliminde oluyorlar.

Yeni dünyanın çocukları

Bu yorumlara İstanbul’da yaşayan üç çocuk annesi Zeliha Gökdağ (36) da katılıyor. Çocukları için büyük şehirde yaşamanın özellikle kış aylarında daha da zorlaştığını; dışarı çıkıp gönüllerince oyun oynayamadıklarını söylüyor. Bütün bu kısıtlamaları ise ‘şehir hayatının getirileri’ olarak yorumluyor. Bilinçli bir anne baba olarak ellerinden geldiği kadar çocuklarını hayatın içine sokmaya çalışsalar da bu konuda yetersiz kaldıklarının farkında. İzmir’de yaşayan Aysun Kökcan (29) ilk çocukları Funda yüzünden çok zor günler geçirir. Kızı üç yaşındayken artık yaramazlıklarına dayanamaz ve psikologa götürür. Funda’nın tek sorunu kendi yaşıtlarıyla birlikte olmak istemesidir. Tek çocuk olmak onu fazlasıyla sıkmıştır. Psikolog-anne ortak çalışması sonucunda Funda kısa zamanda annesini üzmeyen, evde terör estirmeyen gittiği her yerde öncekinin aksine uslu uslu oturan bir çocuk olur. Bu değişim sürecinde neler yaşadığını Aysun Hanım şöyle anlatıyor; “Kızımızın sorununun ne olduğunu anlayamamıştık. Yapım gereği fazla dışarı çıkmayı sevmem. Funda’nın yalnızlıktan sıkıldığını da anlayamadım tabi. Çok hareketli olduğu için tanıdıklarımıza dahi gitmeye çekiniyordum. Çünkü etrafına zarar veriyordu. Gittiği her farklı ortamda oradan oraya koşturup her şeyi kırıp döküyordu. Bir iki deneme kötü olunca da iyice eve kapandık. Funda sıkılmış tabii.”

Kökcan ailesi kızlarının sorununu öğrendikten sonra hayatlarını tekrar gözden geçirip, köklü değişiklikler yapar. Onun ‘çocukça’ yaşamasına imkân sağlamaya çalışır. Örneğin, hava şartları ne olursa olsun muhakkak her gün civardaki parklara gidilir, yağmur veya kar yağdığında özellikle dışarı çıkılır, evin bir köşesine kum havuzu yapılır. Alınan neticeyi Aysun Kökcan şöyle anlatıyor: “Günleri dopdolu geçiyor. Sürekli enerji sarf ettiği için yemeklerini yiyebiliyor. Çevresindeki çocuklara zarar vermek yerine, onlarla oynamayı öğrendi. Artık yaramazlığıyla değil, çevresine uyumuyla, sevimliliğiyle bilinen bir çocuk oldu.” Kökcan’a göre bizler ‘yeni dünya’nın çocuklarını anlayamıyoruz. Çevremizde yaşananlar bizi korkutuyor. Koruma güdüsüyle çocuklarımızı yalnızlığa mahkûm ediyoruz ve duygu alışverişinin olmadığı televizyon ve bilgisayarın eline bırakıyoruz. Ruh doymadığından stresli, mutsuz, tedirgin, hırçın, şımarık, çevresine zarar vermekten zevk alan çocuklar çıkıyor ortaya…

Psikologlara göre çocuklar anlaşılması zor varlıklar değil. İhtiyaç ve istekleri çoğu zaman birbiriyle aynı. Çözümler de bundan dolayı kolay. İşin önemli ve zor kısmı, anne-babanın günlük stresini aile hayatına yansıtmaması. Çünkü bu çocuğu rahatsız eden önemli bir faktör. Mücahit Öztürk çocukların yaşıtlarıyla birlikte olmaya ihtiyaç duyduğunu, kendi yaş grubuyla oyun ortamlarının aileler tarafından oluşturulmasını, enerji boşaltımı için de muhakkak spor yapmaları gerektiğini belirtiyor. Alanur Özalp ise ailelerin para harcamadan çocuklarıyla zaman geçirebileceği mekânların olması gerektiğine dikkat çekiyor: “İstanbul’da bir hayvanat bahçesi yok. Çocukların artık oynayabileceği parklar kalmadı. Alışveriş merkezlerine hapsedilen çocuklar kediden bile korkuyor. Çamurla oynamayı, oyuncaklarıyla oyun kurmayı bilmiyor. Hiç değilse hafta sonları çocuklar doğayla iç içe olup, streslerini atmalı, anne-babayla ‘kaliteli zaman’ geçirmeli.”

Kaynak:Aksiyon Dergisi
 
Geri
Üst