Kadın Haberleri 2004

Cevap: Kadın Haberleri 2004

Kadınlara Yönelik Şiddet Nedir?


"Kadınlarla konuşuyoruz ve şiddete maruz kalıp kalmadıklarını soruyoruz. Hayır diyorlar. Sonra hiç tokat yediniz mi? Evet, elbette. Hiç dayak yediniz mi? Evet, elbette. Bu kadınlara göre sanki ancak hastaneye gitmeniz gerekirse şiddet oluyor..."



--------------------------------------------------------------------------------
BİA Haber Merkezi
02/06/2004 Burçin BELGE burcin@bianet.org
--------------------------------------------------------------------------------
BİA (İstanbul) - Uluslararası Af Örgütü, Türkiye'de aile mensuplarının kadınlara uyguladığı şiddetin, kadınları ekonomik ihtiyaçlarından yoksun bırakmaktan dayağa, cinsel şiddete ve cinayetlere kadar geniş bir yelpazede yer aldığına dikkat çekti.

Birçok şiddet eyleminin namus cinayetleri, küçük yaşta evlilik, berdel ve beşik kertmesi, zorla evlendirme gibi geleneksel uygulamalardan kaynaklandığını belirten UAÖ raporunda, aile mensuplarının öldürdüğü ya da intihara zorladığı kadınların varlığına dikkat çekildi.

"Fiziksel tacize odaklanmak kadınlara karşı kullanılan diğer şiddet biçimlerinin gizli kalmasına yol açabilir" denilen raporda, Türkiye'de pek çok kadının dışlanma, dövülme ya da öldürülme korkusuyla davranışlarını kısıtlamak ve yaşam tercihlerini sınırlamak zorunda kaldığı da vurgulandı.

Kadınlara yönelik şiddetin tanımı:

Birleşmiş Milletler Kadınlara Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesi'nin birinci maddesinde, kadınlara yönelik şiddet, "ister kamusal isterse özel yaşamda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel veya psikolojik acı veya ıstırap veren veya verebilecek olan cinsiyete dayanan bir eylem veya bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlamaya veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma" şeklinde tanımlanıyor.

Bu tanımın son yorumlarına, "kurbanı ekonomik ihtiyaçlardan yoksun bırakmak" da dahil ediliyor.

Kadınlara Yönelik Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesi'ne göre, kadınlara yönelik toplumsal cinsiyete dayalı şiddet, "bir kadına sırf kadın olduğu için yöneltilen ya da oransız bir şekilde kadınları etkileyen" şiddettir.

Bildirge önsözünde, kadınlara yönelik şiddeti, "erkekler ve kadınlar arasındaki eşitlikçi olmayan güç ilişkilerinin tarihsel bir göstergesi" ve "erkeklerle karşılaştırıldığında kadınları zorla bağımlı bir konuma sokmanın çok önemli toplumsal mekanizmalarından biri" olarak tanımlıyor.

Dünya Sağlık Örgütü, eşlerin uyguladığı şiddeti, yakın bir ilişkide fiziksel, psikolojik ya da cinsel hasara yol açan her tür davranış olarak tanımlıyor. Bunların içinde, aşağıdakiler de yer alıyor:

??Tokat atma, vurma, tekmeleme ve dövme gibi fiziksel saldırı fiilleri
??Sindirme, sürekli küçük düşürme ve aşağılama gibi psikolojik taciz
* Cinsel ilişkiye zorlama ve öteki cinsel zor kullanma biçimleri
??Bir kimseyi ailesinden ve arkadaşlarından uzaklaştırma, hareketlerini gözleme ve bilgi ya da yardıma ulaşmasını kısıtlama gibi çeşitli kontrol edici davranışlar. (BB/YS)
 
Cevap: Kadın Haberleri 2004

MEHMET ALTAN

PRİZMA

Kadınlar cehennemi

Dünkü Radikal Gazetesi’nde, kırsal kesimde yaşayan kadınlarla ilgili Devlet İstatistik Enstitüsü’nün yeni yayınladığı bir araştırmanın özeti vardı...

Kırsal kesimde yaşayan 2 milyon 620 bin kadının okuma-yazma bilmediğini, okur-yazar olup da ilkokulu bitirmeyen 531 bin kadın bulunduğunu, ilkokulu bitirenlerin sayısının 5 milyon 190 bin, orta dereceli okullardan mezun sayısının 975 bin, yüksek okul ya da üniversite mezunu olanlarında sadece 159 bin olduğunu bu araştırmadan öğreniyorduk...

Henüz kadınlarını eğitemeyen bir toplum olduğumuz gün gibi aşikar. İran’da bile kız çocuklarının okullaşma oranı Türkiye’den daha fazla...

* * *

Hafta içinde Sabah Gazetesi’ne manşet olan Af Örgütü Raporu, kadınlarımızı sadece eğitimsiz bırakmayıp bir de onlara akıl almaz ölçülerde eziyet ettiğimizi gösteriyordu.

Acil yardım hattını arayan kadınların yüzde 57’sini fiziksel şiddete, yüzde 46.9’unu cinsel şiddete, yüzde 14.6’sını enseste, yüzde 8.6’sını tecavüze maruz kalanlar oluşturuyormuş...

Bir de Acil Yardım Hattı’nı arayamayanları düşünün...

* * *

Üstelik kadına karşı şiddet her düzeyde kendini göstermekte...

Ankara’da gecekondularda yaşayan kadınların neredeyse tamamı kocalarının saldırısına uğruyormuş...

Aynı şiddeti orta ve yüksek gelir grubundaki kadınlar da görüyor...Oranı yüzde 71...

Doğu ve Güneydoğu’da kadınların neredeyse yarısının evlendirilirken rızası alınmıyormuş...

* * *

Şiddet dışında da akıl almaz bir eşitsizlik var...

Kadını okutmayınca, eşitlik imkanı elinden zaten alınmış oluyor... Erkekler kadınlardan daha fazla maaş alıyor...

Mal, mülk ve arazilerin yüzde 92’si erkeklerin egemenliğinde.

550 milletvekilli parlamentoda kadın sayısı sadece 24...

* * *

Uluslararası Af Örgütü’nün Türkiye Araştırmacısı Christina Curry raporda bu inanılmaz şiddeti şöyle yorumluyor:

“Gelenek, hemen her zaman hayatlarını nasıl sürdüreceklerine karar verme cüretinde bulunan kadınlara yönelik vahşetin bir bahanesi haline gelmektedir.

Şiddetin önde gelen nedeni, kadınların hayatın her alanında erkeklerle eşit olmasını yadsıyacak ayrımcılıktır.”

Rapor, “aile içinde barışı sağlamak” gerekçesiyle devletin kadın şikayetlerini de yeterince ciddiye almamasından yakınıyor...

* * *

Kadın kendi bireyselliğini savunduğu an dayaktan cinayete uzanan çok geniş bir çilenin kucağına atılmış oluyor...

Erkekler kendi aralarında eşitlik istiyor ama aynı talep kadınlardan gelince canavarlık artıyor...

Müthiş bir cehaletin girdabında ömür tüketen kadınların da bu eşitsizliği gidermesi, buna karşı örgütlenmesi kolay olmuyor...

* * *

Erkekler dünyasında güçlüler birbirini ezerken, güçsüz olan erkek bile kadını gözüne kestiriyor...

Neyse ki, küreselleşme ve AB süreci toplumların saydamlaşmasını
hızlandırmakta...

Eskiden bu durum raporlarla tespit edilmez, kadına karşı şiddet rezaleti aynalara yansımazdı...

Şimdi Türkiye kendi kendini tanıyor... Ne olup olmadığını görüyor...

* * *

Bu tablonun en garip yanlarından biri de erkeğin şizofrenik ikilemi...

Bir yandan erkekler için “kadınsız” yaşam büyük bir özleme ve acıya dönüyor, öte yandan “kadına” inanılmaz bir eziyet yapılıyor...

Bir tür “kadınlar cehennemi” olan ülkemizde kadına uygulanan şiddeti günlük hayatın içinde görürken, kadına duyulan özleme de şiirlerde rastlıyoruz.

“Zalim” erkekler aleminin bir yanının kadını nasıl özlediğini de Ziya Osman Saba kendine özgü naif sesiyle şöyle dile getiriyor:



“Beni hatırladıkça

Arasıra gönlümü al

Sokakta görünce, gülümse

Yanıma yaklaş,

Az elin elimde kal.

Evine misafir geleyim,

Kahvemi sen pişir.

Taze doldurulmuş sürahiden

Bir bardak su ver

Yetişir...”
 
Cevap: Kadın Haberleri 2004

AB Namus Cinayetlerini Tartışıyor


Avrupalı polis yetkilileri, artan namus cinayetlerini bir olgu olarak kavrayıp önlemenin yollarını tartıştı. Toplantıyla, namus cinayetleriyle mücadele edecek Avrupa çapında bir polis birimi oluşturulması hedefleniyor.



--------------------------------------------------------------------------------
Radikal
23/06/2004
--------------------------------------------------------------------------------
BİA (Lahey) - Avrupa, yaşlı kıtaya Müslüman göçmen nüfusuyla birlikte gelen namus cinayetlerini mercek altına aldı. Avrupalı polis yetkilileri, dün Hollanda'nın Lahey kentindeki toplantıda, yaşlı kıtada artan namus cinayetlerini bir olgu olarak kavrayıp önlemenin yollarını tartıştı.

Toplantıyı açan İsveçli temsilci, 2002'de İsveçli bir sevgilisi olan ve amcasının oğluyla evlenmeyi reddeden 26 yaşındaki Kürt kökenli Fadime Şahindal'ın babası tarafından ailesinin gözü önünde öldürülmesini gündeme getirdi. Fadime için yas tutan ve bayraklarını yarıya indiren İsveç, ailelerinden farklı duruşu olan ikinci kuşak göçmenlerin korunması için kolları sıvamıştı.

Avrupalı polis yetkilileri, toplantıda "namus cinayetleri" diye bir olgunun farkına yeni vardıklarını belirterek, aralarında Türklerin de bulunduğu Ortadoğu, Asya ve Doğu Avrupa kökenli ailelerin kadın üyelerinin öldürülmesiyle ilgili dosyaları yeniden açtı.

Vakalar gözden geçiriliyor

Avrupa'da namus cinayetlerinin sayısı kamuya yansıtılmadığı için net bilinmediği saptandı. İngiltere ve Galler polisi, 10 yıl önceye uzanan 117 cinayet dosyasını namus cinayeti olabileceği şüphesiyle yeniden incelediklerini belirtti.

Britanya'daki kurbanların çoğunluğunun Güney Asya kökenli kadınlar olduğu ve cinayetlerin ailelerin tuttuğu kiralık katiller tarafından işlendiği kaydedildi. Hatta ailelerinin hışmından kaçan kadınların izini süren "kafa avcıları" olduğu, bunlar arasında kadınların da bulunduğu gündeme getirildi. Toplantıda, namus cinayetleriyle mücadele edecek Avrupa çapında bir polis birimi oluşturulması hedefleniyor. (BB)
 
Cevap: Kadın Haberleri 2004

Töre Cinayetine Müebbet

Töre cinayetlerine ceza indiriminin kaldırılması için Meclis'te ilk adım atıldı. Adalet Komisyonu töre nedeniyle adam öldürenlere, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilmesini kabul etti...



--------------------------------------------------------------------------------
Radikal
02/07/2004
--------------------------------------------------------------------------------
BİA (Ankara) - Töre cinayetlerine uygulanan ceza indirimi tarih olacak. Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Adalet Komisyonu, töre nedeniyle adam öldürenlere, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilmesine ilişkin düzenlemeyi kabul etti. İşkence cezasının alt sınırı beş yıldan üç yıla düştü.

TBMM Adalet Komisyonu dün TCK tasarısı üzerindeki görüşmelere devam etti. Tasarının "Hayata Karşı Suçlar" bölümünde yer alan "kasten adam öldürmeyle ilgili nitelikli haller" maddesi "töre ve namus cinayetleri" tartışmalarına neden oldu.

Komisyon üyesi olmamalarına karşın Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) milletvekilleri Oya Araslı, Gaye Erbatur ve Sıdıka Karabekir de toplantıya katılarak, nitelikli adam öldürme suçunun kapsamına "töre saiki" ibaresinin eklenmesini istedi.

Yargıtay Temsilcisi Osman Şirin, "Bu arı kovanına çomak sokmak gibidir. İstanbul'a kaçan ve fuhuş yapan 18 yaşındaki bir kız, kardeşi tarafından öldürüldü. Bu bir töre cinayeti ama haksız tahrik var" dedi. Bu sözlere CHP'liler sert tepki gösterdi.

Tartışmaların ardından Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ve CHP'lilerin ortak önergesiyle tasarıya "töre saiki ile" ibaresi eklendi. Buna göre, töre veya namus gerekçesiyle adam öldüren kişi de ağırlaştırılmış müebbet hapisle cezalandırılacak.

Hücre cezası

Aynı maddeye göre ayrıca, kasten adam öldürme suçu, üstsoy veya altsoydan birine ya da eş veya kardeşe karşı işlenmesi halinde de kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılacak.

Tasarının idam cezaları yerine getirilen ağırlaştırılmış müebbet ile hücre cezasına ilişkin maddesine göre birden fazla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm olan kişi altı aydan az iki yıl altı aydan fazla olmamak üzere hücre cezasıyla cezalandırılacak.

Bu durumda da töre ya da namus gerekçesiyle birden fazla ağırlaştırılmış müebbet hapis alan kişi ayrıca "hücre" ile de cezalandırılabilecek.

İşkencede alt sınır üç yıl

Tasarının "İşkence ve Eziyet" başlıklı bölümünde de Avrupa Birliği'nin (AB) isteği doğrultusunda işkence cezasının alt sınırında indirim yapıldı.

Buna göre bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönde acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışları gerçekleştiren kamu görevlisi hakkında üç yıldan 12 yıla kadar hapis cezası verilecek. Bu cezanın alt sınırı beş yıl olarak düzenlenmişti.

AB uzmanları bu durumda basit hakaret suçlarına da beş yıl ceza verileceğini, bunun ise çok ağır olduğunu ifade etmişti.

Komisyon aynı maddeye işkencede kasıtlı ihmali bulunan kamu görevlisinin cezalandırılmasına ilişkin yeni bir fıkra da ekledi. İşkenceye bizzat katılmayan, emir vermeyen ancak haberi olmasına rağmen engellemeyen kişiler de üç-beş yıl hapis cezası alacak. (BB)
 
Cevap: Kadın Haberleri 2004

"Töre Cinayetleri de Namus Cinayetleridir"
Avukat Gülbahar, töre cinayetlerine "ağırlaştırılmış müebbet hapis" cezası getirilmesini, "dünya ülkeleri için örnek bir düzenleme" olarak nitelendirdi; "töre" kavramının tüm "namus" cinayetlerini kapsayacak şekilde yorumlanması gerektiğini vurguladı.



--------------------------------------------------------------------------------
BİA Haber Merkezi
02/07/2004 Burçin BELGE burcin@bianet.org
--------------------------------------------------------------------------------
BİA (İstanbul) - Mor Çatı gönüllüsü avukat Hülya Gülbahar, Türk Ceza Kanunu'nda "töre nedeniyle insan öldürenlere, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilmesini" öngören düzenlemeyi "Türkiye ve dünya için çok önemli bir adım" olarak değerlendirirken; yasada geçen "töre cinayeti" kavramının "namus cinayetlerini" de kapsaması gerektiğini vurguladı.

Dünyada ilk kez

Değişikliği "bütün dünya ülkeleri için örnek bir düzenleme" olarak nitelendiren Gülbahar, kadın hakları konusunda mücadele veren tüm kadınların bu konuda yıllardır uğraş verdiğine de dikkat çekti:

"Namus cinayetleri konusunda, bu kadar kararlı bir düzenleme dünya yüzünde ilk defa yapıldı. Türkiye, Birleşmiş Milletler'de (BM) de bütün dünya devletlerinin namus cinayetlerine dair çalışmasını sağlayan ülkelerin başına geliyordu. Pekin+5 belgelerine namus cinayetlerinin girmesini, BM çalışmalarının bu konuda yoğunlaşmasını sağlayan en önemli ülkelerdendi.

Kendi iç mevzuatında gerekli düzenlemeleri yapmadığı için, dünya gözünde traji komik bir pozisyonda kalıyordu. Bu değişiklikler nihayet yapıldığında, hem uluslar arası alanda söylediklerinin arkasında duran hem de namus cinayetleriyle ilgili en etkili cezayı getiren bir ülke olarak tarihe geçti."

"Töre ve namus cinayetleri"

TCK'daki değişiklikler için mücadele veren kadınların, büyük bir dirençle karşılaştığını anlatan Gülbahar, düzenlemenin "töre cinayetleri" kavramıyla sınırlandırılmasından endişeli.

Kadınların her yerde, her ekonomik ve sosyal statüden erkeklerce öldürüldüğüne dikkat çeken Gülbahar, "töre" ve "namus" kavramlarının birbirini besleyen kavramlar olduğunu vurguladı:

"Kadın hareketinin önerisi, yasada 'namus cinayeti' kavramının kullanılmasıydı. Ancak, tartışmalar sonucunda oluşan denge yüzünden 'töre cinayeti' denildi.

Son tahlilde, bunlar birbirlerinden doğan, birbirlerini besleyen kavramlar. İstanbul'da 14 yaşındaki Nuran'ı öldüren babası, kameraları gördüğünde, 'Töre cinayeti değil, namusumu temizledim' demişti. Bu, namus-töre içiçe geçmişliğinin tipik bir göstergesiydi.

Şimdi kafa karışıklığına son vermek için maddenin gerekçesinde töre cinayetlerinin, namus cinayetlerinin kadınlara ve kız çocuklarına karşı; onların hayatlarını töre, namus, cinsel kontrol, tutku, aşk ve benzeri nedenlerle kendi kontrolünde tutmak isteyen erkekler tarafından işlenen cinayetler olduğunu açıkça belirtilmesi gerekiyor."

"Şimdi sıra uygulamada"

Gülbahar, yasal düzenlemelerin tamamlanmasının kadınlara yönelik ayrımcılığın önlenmesine yetmeyeceğini, "kadına yönelik şiddetin ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ortadan kaldırılması için kararlı bir devlet politikasının yürürlüğe girmesi gerektiğini" de vurguladı.

"Yasalarla ilgili samimiyet ölçüsü, yasayı çıkartmak değil, uygulanması gereken önlemleri derhal ve etkin biçimde almaktır" diyen Gülbahar, şu örneği verdi:

"Bu samimiyet, kadına yönelik şiddetle ilgili bütçeden yeterli payın ayrılmasıyla; Adalet Bakanlığı'ndan Sağlık Bakanlığı'na, Milli Eğitim Bakanlığı'ndan İçişleri Bakanlığı'na kadar ilgili bütün bakanlıkların bu konudaki çalışmalarıyla ölçülür."

"Birlikte yaşayanlar da koruma koşullarından faydalanmalı"

Türkiye'de "imam nikahı" uygulamasının yaygınlığına dikkat çeken Gülbahar'ın yasaya ilişkin bir başka çekincesi de, TCK'nın "fiili olarak evli gibi birlikte yaşayanların da TCK'daki koruma koşullarından yeterince yararlandırılmaması".

Gülbahar, "Birçok madde için fiili olarak evli gibi birlikte yaşayanların da TCK'daki koruma koşullarından yararlandırılması gerekiyor" dedi ve ekledi:

"TCK'nın tanımlar maddesine getirilecek bir ekle, 'evli gibi birlikte yaşayan eş' tanımının evlilik benzeri birlikte yaşayanların da eş tanımı içinde olduğu ve TCK'nın ilgili hükümlerinden yararlanacağı' vurgulanmalıdır."

"TCK'daki diğer düzenlemeler"

Gülbahar, TCK Yasa Tasarısı'na ilişkin görüşmelerin Meclis Adalet Komisyonu'nda bugün (Cuma) da devam edeceğini hatırlattı; bekaret kontrolü, ayrımcılık ve müstehcenlik maddelerine ilişkin çekince ve önerilerini de sıraladı:

* Ayrımcılık, yasada çok dar tanımlanmış. Cinsiyet, cinsel yönelim ve benzeri nedenlerle insanlar arasında ekonomik, sosyal ve kültürel ayrımcılık yapılmayacağının maddede açıkça düzenlenmesi gerekiyor.

BM Ayrımcılığa Karşı Sözleşme, kalın bir kitapçık halindedir. Her bir maddesi, bütün dünya için emsal oluşturacak şekilde hem genel çerçeve koyar hem de örnek verir.

TCK'da ayrımcılığın "lokantada yemek yemek", "gayrimenkul satın almak" gibi üç dört maddeyle sınırlandırılmış olması, dünya hukuk tarihinde ilk kez rastlanan bir olay. Büyük bir hukuki rezalet.

* Bekaret kontrolü maddesinde, genital organ muayenesinin yanı sıra bekaret kontrolü ibaresinin de kullanılması gerekir. Ayrıca, öngörülen ceza çok düşük.

Eylemin kadınların intiharına ve öldürülmesine neden olacak ağır sonuçlar doğuran bir hukuk dışı uygulama olduğu göz önüne alınarak, cezanın ağırlaştırılması gerekir. Sadece kişiyi bekaret kontrolüne götürenin değil, yapılmasını isteyenin ve muayeneyi gerçekleştirenlerin de ceza alması önemli.

* Müstehcenlik maddesine ilişkin en önemli itiraz, "doğal olmayan ilişki" ifadesine yönelik. Bu tanım, insanların hayatlarında çok geniş bir alanda müdahale hakkı doğuruyor. (BB/YS)
 
Cevap: Kadın Haberleri 2004

"Düzenleme Önemli, Sırada Uygulama Var"


İKKB'den Moroğlu, Uçan Süpürge'den Güner, Ka-Mer'den Kardaş ve KADMER'den Başboğa, "töre cinayetlerinin ağırlaştırılmış hapisle cezalandırılmasını" olumlu bir gelişme olarak değerlendiriyor; "Önemli olan uygulama" diyor ve aksaklıklara dikkat çekiyorlar.



--------------------------------------------------------------------------------
BİA Haber Merkezi
02/07/2004 Burçin BELGE burcin@bianet.org
--------------------------------------------------------------------------------
BİA (İstanbul) - "Tasarı çok olumlu; ancak 'töre' yerine 'namus' kavramı kullanılmalıydı. Şimdi yasanın uygulamaya geçirilmesi önemli."

İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği Başkanı Nazan Moroğlu, Mor Çatı Koordinatörü Halime Güner, Diyarbakır Kadın Merkezi (Ka-Mer) kurucularından Naime Kardaş ve Mardin - Kızıltepe Kadın Danışma Merkezi (KADMER) sorumlusu Aycan Başboğa'nın tasarıya ilişkin ortak görüşleri böyle.

Moroğlu, "Düzenleme, namus cinayetlerinin önlenmesinde etkili olabilir. Şimdi önemli olan, görülmekte olan davaların yasanın yeni düzenlemesi gözönüne alınarak hükme bağlanması" diyor.

Güner, sonuçta, kadın kuruluşları arasındaki işbirliğinin ve dayanışmanın etkili olduğuna dikkat çekiyor.

Türkiye'deki pek çok kadının nüfus cüzdanı bile bulunmadığına, imam nikahının yaygınlığına dikkat çeken Kardaş, TCK'daki hükümlerin genellikle "evli" kadınları kapsadığına dikkat çekiyor.

Başboğa ise, "töre cinayetleri" kavramını eleştiriyor ve ekliyor: "Kadınları sadece geri kalmış, feodal ilişkilerin yaygın olduğu bölgelerde, eğitimsiz erkekler öldürmüyor. Töre cinayetleri, bu çağrışımları yaratan bir ifade."

Moroğlu, Güner, Başboğa ve Kardaş'ın görüşleri şöyle:

Moroğlu: Görülmekte olan davalar, yeni haliyle hükme bağlanmalı

* TCK tasarısında yapılan düzenlemeyle töre kastıyla işlenmiş adam öldürmelerin ağırlaştırılmış ceza alması, çok önemli.

* Yasada yer alacak böyle bir kuralın, töre cinayetlerinin caydırıcı olmasında yani sosyal değişme sağlanmasında önemli rol oynayacağına inanıyorum. Yasanın töre cinayetlerini adeta teşvik eden, destek veren ve bugün yürürlükte olan maddesi, ne yazık ki kadınların mağdur olmasına yol açıyor.

* Yeni TCK'nın bu mağduriyetin önleyecek nitelikte olmasına, başta kadın kuruluşları ve kadın hukukçular destek verdi.

* Şimdi önemli olan, kanun çıktığında halen görülmekte olan bu konudaki davaların da yeni ağırlaştırılmış şekilde hükme bağlanması.

Güner: Topluma değil kadına yönelik işlenen suçlar

* Düzenleme çok önemli, çok olumlu. Bu sonucu, Türkiye'nin demokratikleşmesi açısından küçük fakat önemli bir adım olarak görüyorum.

* Tasarının bu hale gelmesinde, kadın kuruluşlarının birbirleriyle ve kanun yapıcılarla sıkı ilişki içine girmesi; birikimlerini, deneyimlerini kanun yapıcılara aktarmaları, hızlı bilgi akışı etkili oldu.

  • TCK Tasarısı'nın hazırlık aşamasında, çok ciddi, düzenli, disiplinli çalışan kadın grupları oluştu. Bu gruplar, yoğun bir lobicilik faaliyeti gerçekleştirdiler. Kadın kuruluşları, kendi aralarında kurdukları iletişim ağı ile güçlerini fark ettiler ve bu gücü milletvekillerine de hissettirdiler.
  • Sayıları az da olsa, duyarlı kadın milletvekilleri de bu sonucun mimarlarından. Özellikle Gaye Erbatur ve Oya Araslı'nın çabaları çok etkili oldu.

* Uçan Süpürge'nin, Birleşmiş Milletler'in (BM) hazırladığı, "Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW) ve İhtiyari Protokol / Milletvekilleri İçin El Kitabı"nı Türkçeleştirip milletvekillerine dağıtması da önemliydi.

* Bu kitapçık, "toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak ve korumak için, önyargılar bir kenara bırakılarak nasıl yasa düzenlenir" sorusuna yanıt veriyordu. Kitapta, namus cinayetleri de dahil pek çok konuda detaylı bilgiler yer alıyordu.

* Ancak TCK'ya ilişkin temel problem, cinsel suçlara ilişkin bakış açısı. Milletvekillerinin büyük bir çoğunluğu, "cinsel suçları" bireyin bedensel bütünlüğüne değil, topluma yönelik suçlar olarak değerlendiriyor. Oysa kadınlar, "bedenimiz bizimdir" diyor ve cinsel suçların bireye yönelik suçlar kapsamında değerlendirilmesini istiyor.

* "Töre cinayetleri" de aslında sorunlu bir kavram. Yasada "namus cinayetleri" kavramının kullanılması daha doğru olurdu. Töre cinayetleri kadınlara yönelik suçları belli bir bölgeyle, dinle, geleneklerle, sosyal statüyle ilişkilendiriyor. Oysa kadınlar dünyanın her yerinde, her kesimden, her sosyal ve ekonomik statüdeki erkekler tarafından öldürülüyor. Gerekçe bazen aşk, bazen tutku, bazen itaatsizlik oluyor...

Kardaş: Yasa uygulayıcılar eğitilmeli

* Kadın kuruluşlarının yoğun çabasıyla atılmış, çok önemli bir adım. Ancak tasarıda kabul gören kavramın "töre" değil "namus" olmasını tercih ederdik.

* Şimdi önemli olan, yasanın uygulanabilmesi. Yasa uygulayıcılarının zihniyetlerinin değişmesi için çalışmamız gerekiyor. Hakim, savcı ve polislerin kadın ve erkek eşitliğini gözden kaçırmaması çok önemli. Bunun için kurum içi eğitim verilmesi etkili olabilir.

* Bir başka önemli sorun, TCK'daki koruyucu hükümlerin genellikle "evli" kadınları kapsaması. Bölgemizde pek çok kadının nüfus cüzdanı bile yok; imam nikahı çok yaygın.

Başboğa: Nüfus cüzdanı olmayan kadınlar ne olacak?

* Düzenleme çok iyi. Cezanın ağırlaştırılması caydırıcı olabilir. Ancak kadınları sadece geri kalmış, feodal ilişkilerin yaygın olduğu bölgelerde, eğitimsiz erkekler öldürmüyor. Töre cinayetleri, bu çağrışımları yaratan bir ifade.

* Kadınlar, sinemaya gittikleri, şarkı söyledikleri, sokağa çıktıkları için dünyanın her yerinde öldürülüyor. "Namus" cinayetleri daha kapsayıcı bir kavram.

* Şimdi yasanın uygulanabilmesi için çalışmalıyız. En ağır sorunumuz, pek çok kadının nüfus cüzdanının bile bulunmaması. Sabahtan beri, Mardin dışından gelen bir kadını Sosyal Hizmetler'e bağlı Kadın Konukevi'ne yerleştirmek için uğraşıyorum.

* 20'li yaşlarında bir kadın, kocasından ve kocasının ailesinin uyguladığı şiddetten kaçıp bebeğiyle bize başvurdu. Ancak nüfus cüzdanı yok ve konuk evinde yer bulduğumuz halde yerleştiremiyoruz. (BB/YS)
.....
 
Cevap: Kadın Haberleri 2004

Mahkeme Aynı Kararlar Farklı

Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 3 hafta arayla verdiği iki karar: Eşini ihanet gerekçesiyle öldüren erkeğin cezası 24 yıldan altı yıla indirildi; sürekli dayak atan eşini öldüren kadın ise 24 yıl ceza aldı.



--------------------------------------------------------------------------
Radikal
05/07/2004 Ahmet ŞIK
--------------------------------------------------------------------------
BİA (İstanbul) - Bir mahkeme, iki karar... Madalyonun bir yüzündeki Rabia Yoldaş (Aksın) 14 yaşında tecavüzsüyle evlendirilip 16'sında anne oldu. 12 yıl dayak yiyen Rabia Aksın, evini terk edip ölümle, geneleve satılmakla tehdit
edildiği 26 yaşında, artık bir katildi.

Avukatları, Rabia Yoldaş'a "ağır tahrik" indirimi yapılmasını istedi. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi ise önce ömür boyu hapis cezası verdi, ardından kocanın cinayetten önce ve cinayet günü eşine müessir fiilde bulunması, küfür etmiş olmasını "hafif tahrik" nedeni sayarak bu cezayı 24 yıl ağır hapse çevirdi. Çocuklarının velayeti de elinden alınan Rabia, Yargıtay'ın kararını
bekliyor.

Rabia'yı 14'ünde tecavüz mağduru, 15'inde öksüz, 26'sında katil yapan olaylar 1990'da başladı. Yaşadıkları Adana'da ailesiyle gittiği bir yemekte, lokantanın işletmecisi Yoldaş ailesi ile tanıştılar. Bir süre sonra Yoldaş ailesi oğulları Murat için Rabia'ya talip oldu. Baba Veysel Aksın müstakbel damadı araştırdı, hırsızlıktan, adam yaralamaya kadar sabıkalarla karşılaşınca,
kızının 17 yaş büyük biriyle evlenemeyeceğini söyleyip reddetti.

Kızının kaçırılmasından korkan baba, anne Sabiha Aksın'dan kızlarını okula kendisinin götürüp getirmesini istedi. Birkaç gün böyle geçti. 10 Eylül 1990'da annesi, Rabia'yı okula yalnız gönderdi. Ancak okul çıkışı Murat Yoldaş, Rabia'yı
iki arkadaşıyla kaçırıp tecavüz etti. "Kirlenen namusun temizlenmesi" gerekiyordu. Ailesi ona sormadı bile, Rabia tecavüzcüsüyle evlendirildi.

Anne intihar etti

Evlilikten ötürü yasaların ceza vermediği tecavüzcü damat, hapisten kurtulmuştu. Rabia Yoldaş'ın evliliği ilk aylar kötü gitmedi. Ama üç ay sonunda hâlâ hamile kalamaması üzerine eziyet başladı. Rabia'nın kafasında bira
şişeleri, sırtında sopalar kırılıyordu. Kızının yaşadıklarından kendini sorumlu tutan annesi, bir gün kendini asarak yaşamına son verdi. Rabia, annesinin yasını tutarken hamile olduğunu öğrendi. Bir yıl arayla iki çocukları oldu. Büyüğüne Pekcan, küçüğüne Mertcan adını verdiler. Ancak çocukları da dayakları durduramadı. Rabia, dayakları cezaevinden yazdığı mektubunda şöyle anlatıyordu:

"Yemek olmadığı için de döverdi, çocuklar hasta olduğu için de. Bir gün, onun için ayırdığım yemeği acıkan çocuklarıma yedirdim diye dayak yedim. Kafamı
kırdı duvara vurarak. Bütün duvar kan oldu. Sonra kardeşim geldi, duvarı boyadık birlikte. Bu kez de, kanı temizledim diye dayak yedim. Yumruklardan burnum, vurduğu demir borudan ayağım kırıldı. Bir kâse yoğurt döküldü diye bacağımı
çatalla delik deşik etti bir gün. Kahvaltı geç hazırlandığı için kaynar suyu üzerime döküp, kırdığı çay bardağıyla kolumu kesti. Hangisini anlatayım. Sustuğumda sessiz olduğum için, konuştuğumda cevap veriyorsun diye dayak atışını mı? Keserle başımı yarıp ölümden dönmemi mi? Bu yaraların izini hâlâ bedenimde
taşıyorum ama ruhumda açılan yaranın acısı hiç geçmiyor."

Kurtuluş için baba evine dönen Rabia Yoldaş, bir de babasından dayak yiyip evine gönderildi. Yine ağır bir dayağın ertesinde, çocuklarını alıp evini terk etti. Ucuz bir otele yerleşti. Aynı gün savcılığa dilekçe verip kocasından
şikâyetçi oldu. Ama ertesi gün babası onu kaldığı otelde bulup, döve döve eve bıraktı:
"Artık iyice sahipsiz olduğumu gören kocam, bana daha kötü davranıyordu. Şimdi cezaevindeyim ama, benim özgürlüğüm zaten daha 14 yaşındayken elimden alınmıştı."

Dayaklara bir süre daha dayanan Rabia, Haziran 2003'te bir daha dönmemek üzere terk etti evini.

Kardeşlerinin ikna ettiği babasının evine dönmüştü nihayet. Muayene olup darp raporu alan Rabia Aksın, boşanmak için müracaatta bulundu. Bu kez de
telefonla, geneleve satılmak ve ölüm tehditleri almaya başladı. Ev telefonunu savcılık kanalıyla dinlettirdi. 31 Ağustos 2003'te telefon yine çaldı. Kocası çok sevecen konuşuyor, barışmak istiyordu. Geleceğini söyleyip telefonu kapattığında, Rabia olası bir kavgaya tanık olmasınlar diye çocuklarını
teyzelerine gönderdi:

"Bulaşık yıkarken tıkırtı duydum. Yatak odasında Murat'ı gördüm. Vurmaya, küfür etmeye başladı. Beni geneleve satacağını söylüyordu. Kendi sabıkası nedeniyle benim üzerime çıkarttığı silah vardı evde. Bir ara elinden kurtuldum ve silahı aldım. Silahı doğrultup gitmesini söyledim. Üzerime geldi. Önce bir el
boşa sıktım. Güldü. Bunun üzerine gözlerimi kapadım ve arka arkaya tetiğe
bastım."

Savcı: Ağır tahrik var

Murat Yoldaş, dört mermiyle olay yerinde ölmüştü. Raiba hakkında, TCK'nın kasten adam öldürmek suçunu düzenleyen 449. maddesinden dava açıldı. Adana Barosu Kadın Hakları Komisyonu üyesi avukatları, aile içi şiddete ilişkin çok
sayıda tanık olduğunu, sanık tarafından açılan davalar ve darp raporları bulunduğunu belirtti ve "ağır tahrik" indirimi istedi. Savcı da mütalaasında, maktulle sanık arasında uzun süreli bir geçimsizlik olduğunu, maktulün darp, hakaret ve tehditlerde bulunduğunun anlaşıldığını belirterek, 'ağır tahrik' nedeniyle TCK'nın 51. maddesi uygulanarak ceza indirimin talep etti.

Ancak 5. Ağır Ceza Mahkemesi, 20 Şubat 2004'te oybirliğiyle verdiği kararda, yaşananların, sanık lehine "hafif haksız tahrik" olarak değerlendirilmesi gerektiği, öldürmeyi gerektirecek ağır tahrik boyutuna ulaşmadığını belirterek, önce ömür boyu, sonra da indirim yapılarak 24 yıl ağır hapis cezası verdi.

Üç hafta önce farklı karar

Rabia Yoldaş'a "ağır tahrik" uygulamayan Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi, bu karardan üç hafta önce, ayrıldığı karısını 'kendisini aldattığı için' öldüren Halil Bakıcı'yı 'ağır tahrik' indiriminden yararlandırdı.

Halil Bakıcı, kendisinden ayrı yaşayan 10 yıllık imam nikâhlı eş Nilüfer İstifçi'yi, başkalarıyla birlikte olduğu gerekçesiyle 8 Ağustos 2003 günü sokakta sekiz yerinden bıçaklayarak öldürdü. "Kasten adam öldürmek" suçundan yargılanan Bakıcı'nın avukatı müvekkilinin ağır tahrik altında kalarak cinayeti işlediğini savundu.

29 Ocak 2004 günü görülen karar duruşmasında Bakıcı, öldürdüğü eşiyle geçimsizlik yüzünden ayrı yaşamaya başladıklarını belirterek, "Çocuklarımı görmeye gittiğim bir gün evde karımın başka erkeklerle çekilmiş fotoğraflarını
buldum. Çocuklarımı yanıma aldım. Bir gün çocukları görmek istediğini söyledi. Buluşacağımız yere lüks bir aracın içinden inip geldi. Tartışmaya başladık, ben de sinirlenip bıçakladım" diyerek pişman olduğunu söyledi.

Bakıcı evde bulduğunu söylediği fotoğrafları da delil olarak mahkemeye sundu. Mahkeme, fotoğrafları ağır tahrik indirime gerekçe sayıp, 24 yılla yargılanan Bakıcı'yı sekiz yıl hapse mahkûm etti. Bu ceza da iyi halden dolayı
altı yıl 8 aya düşürüldü. (AŞ/YS)
 
Cevap: Kadın Haberleri 2004

Bekir COŞKUN

Özgür kadın...



GERİCİ, özgür kadını istemez.

Çünkü özgür kadın onun sonudur.

Özgür kadın kültür demektir.

Özgür kadın; sanat, resim, edebiyat, kitap, dergi, gazete, heykel, sinema, tiyatro, müzik demektir.

*

Özgür kadın; akıl demektir...

Öyle şeyh-meyh uçmaz...

Özgür kadın dürüsttür.

Şeyh uçmadığı zaman zaten ‘Hani uçmadı... Niye uçtu diyecek mişim?...’ der özgür kadın.

*

Özgür kadın; modern yaşamdır.

Çatal-bıçak demektir.

Çağdaş kadın için; insanın karnında zikir edecek diye her gün bulgur yenilmez.

Ne de sadece erkeğin canının istediği bir cuma gecesi sevişmenin kerameti vardır.

*

Özgür kadın temizdir.

Öyle kirli çorapları, kokan ayakları, tıraşsız yüzü, gülyağından parfümü olan erkeği sokmaz yatağına.

*

Özgür kadın demokrasidir.

Köle olmaz.

Mirasını ister, birey olarak tanınmak ister, söz hakkı ister, eşitlik ister.

Dayak yiyip, aşağılanıp, itilip-kakılmak istemez.

*

Özgür kadın çağdaşlıktır.

Çünkü özgür kadının doğurup büyüttüğü çocuklar gericiye asla ümmet olmazlar.

Ne dergahlara müşteri çıkar özgür kadının yetiştirdiği çocuklardan, ne tarikatlara mürit, ne de gericiye oy verecek saflar...

*

Bu yüzden; gerici özgür kadını sevmez.

Kadın özgür olsun istemez.

Ve onu örtmek, kapatmak, susturmak, bastırmak için çarşafa-türbana sarmak ister.

‘Türban’ diye tutturmaları bu yüzdendir.

Gericinin sonudur özgür kadın...

Bekir Coşkun
Hürriyet
13 Temmuz 2004
 
Cevap: Kadın Haberleri 2004

Başlık parası-aile içi şiddet ilişkisi

Devlet İstatistik Enstitüsü Toplumsal Yapı ve Kadın İstatistikleri Şubesi yayınları arasında yer alan “Türk Aile Yapısı İçerisinde Başlık Parası Uygulaması” başlıklı makalede, Türkiye’de ve dünyada “başlık parası” konusu ele alındı. Deniz Uyanık ve Zehra Karakaya tarafından hazırlanan makalede, başlık parası, “dünyanın birçok ülkesinde görülen evlenme ile ilgili en yaygın kültür kalıplarından biri” olarak tanımlandı. Gelişmiş ülkelerin kırsal bölgelerinde bile, evlenme nedeniyle kız tarafına başlık parasının verildiği görülüyor. Makaleye göre; Türkiye’de başlığın uygulanış şekli farklılık gösteriyor. Başlık parası ile ya da ‘berdel’ türünde evlenme geleneksel ataerkil anlayışın bir uygulanışı şeklinde ortaya çıkıyor. Türkiye’de başlık parası, geleneksel oluşu, bekaretin korunması, kızın giderlerinin karşılanması, velayet hakkının devri, işgücü kaybının telafisi gibi benzer nedenlerle alınıyor. Bazı antropologlar, başlık parasının, “evlilikle istikrarı sağladığını, mevcut toplumsal tabakalaşma sistemini koruduğunu, kadına güvence sağladığını, sıkıntılı zamanlarda aileyi kurtardığını, çok eşliliği önlediğini” düşünüyor. Makalede, Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü’nün Sağlık Bakanlığı ve Macro International INC’nin 15-49 yaş grubunda en az bir kez evlenmiş 6 bin 519 kadın nüfusun verileri kullanılarak ortaklaşa yaptığı çalışma sonuçlarına da yer verildi. Çalışma sonuçları, kırsal kökenli kadınların yaklaşık yüzde 78’ine evlenmek için başlık parası ödendiğini ortaya koyuyor. Tarıma dayalı kırsal kesimde, kadın emeği önemli bir üretim aracı olma durumunu korurken kadının işgücünden dolaylı maddi gelir anlamında başlık parası varlığını koruyor. Batıda başlık parası uygulaması yüzde 15 iken, doğuda yüzde 60 oranına yükseliyor. Başlık parası verilmeyen kadınların yüzde 43’ü “kadın hakkettiyse kocası dövebilir” derken, başlık parası verilen kadınların yüzde 67’si “dövebilir” diye düşünüyor. (Kaynak: sansursuz.com, 6 Temmuz 2004)
 
Cevap: Kadın Haberleri 2004

Kadın örgütleri, "Kadına yönelik şiddet nasıl önlenir?" sorusuna cevap arıyor. Konuyla ilgili çalışmalar yürüten örgütler, kadına yönelik şiddetin, okul, hastane, emniyet ve benzeri yerlerde yapılacak düzenlemelerle önlenebileceği noktasında birleşti. Hükümetin, kadına yönelik sorunların çözümünde etkin olmadığını kaydeden kadın örgütleri, yasaların uygulamada yetersiz kaldığını belirterek tüm sivil toplum örgütlerinin koordineli birimler halinde çalışması gerektiği vurgulandı.



İstanbul’da Valiliğin başkanlığında, Emniyet, Jandarma, Savcılık, İnsan Hakları İl Masası ile 31 kadın kuruluşu ve sivil toplum örgütü temsilcilerinin oluşturduğu komisyon, "Kadına yönelik şiddet ve namus cinayetlerini önleme konusunda önerileri almak ve tartışmak" amacıyla ilk toplantısını yaptı. Toplantıda konuşan Mor Çatı Kadın Sığınma Evi temsilcisi Avukat Canan Arın, Hükümetin, kadına yönelik sorunlarda etkin olmadığını ifade ederek, "4320 sayılı kanunla ilgili sorunlar var. Kanun yapmak önemli değil, uygulamak önemli" dedi. Bütün hizmet birimlerinde (okullarda, hastanelerde vs.) iç eğitim seminerleri düzenlenmesi gerektiğini kaydeden Arın, kadın sığınaklarının yetersiz olduğunu belirtti. Arın, "Polis, kocalarla değil, sığınakla işbirliği yapmalı" diyerek polisin arabuluculuk yapmaması gerektiğini söyledi.

TCK Kadın Grubu Temsilcisi Avukat Hülya Gülbahar ise, şiddetin, bir anlık öfke, alkol ve bir eğitimsizlik sorunu değil, erkeğin üstünlüğünden ve egemenliğinden kaynaklanan bir sorun olduğunu belirtti. Önce bu erkek egemen zihniyetin değişmesi gerektiğini kaydeden Gülbahar, polislerin, şiddette uğrayan kadınları korumaları konusunda eğitilmesi gerektiğini vurguladı.

Avukat Gülbahar, bu tür toplantıların koordineli birimler halinde çalışması gerektiğini de kaydetti. Mimar Sinan Üniversitesi’nden Prof. Dr. Esin Küntay ise, sorunun en önemli çözüm yolunun, ders kitaplarında bu konuya yönelik imajların değiştirilmesi olduğunu ifade ederken Psikolog Feride Yıldırım, "Şiddet dendiğinde sadece fiziksel şiddetten bahsediyoruz; oysa kadınlar, duygusal, ekonomik, cinsel, kadının soyutlanması, maddi-manevi bağlarını güçlendirmekten yoksun bırakılması gibi şiddetlere maruz bırakılıyor. Bu konuları da ele almamız gerek" diye konuştu. Şiddetin toplumsal kabulünün reddedilmesi gerektiğini belirten İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Pskiyatri Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Ufuk Sezgin ise, Diyanet İşleri Bakanlığına da çok fazla iş düştüğünü kaydederek "Müftülükler, cami yetkilileri kadına bakış açısını değiştirmek için çalışmalı. Tabii, bunu bilinçli insanlar yapmalı" dedi.


Kaynak : UcanSupurge.org
 
Geri
Üst