Atatürk sinop'ta
Her 15 Eylül ayrı bir önem taşır Sinop'ta. Her 15 Eylülde başka bir bayram vardır, Sinop'ta. 1928'in Eylül 15'inden daha heyecanlı çarpar kalpler Sinop'ta. Her yılın 15 Eylülü'nde bu müstesna günün yıldönümü parlak törenlerle kutlanmakta, halk adeta 1928'in 15 Eylül'ünü gittikçe artan sevinç ve heyecan içinde tekrar yaşamaktadır.
Çünkü Sinop'lular hem Türk Milletinin en büyük Önderini misafir etmiş ve hem de Harf Devrimini ifade eden; tarih sayfalarına geçen fotoğraflarda olduğu gibi, yeni alfabenin esaslarına ait ilk dersi bugün, kendilerine bizzat Başöğretmenlik yapan Büyük Atatürk'ten öğrenmişlerdir.
Evet. Atatürk yeni alfabenin esaslarına ait ilk dersi, ta 1908'lerde "Batı uygarlığına ulaşabilmek için Arap harflerini atıp, yerine Latin alfabesinden alınan harflerle yeni bir Türk alfabesi yapmalıyız." Dediği bu düşüncesini 1928'de gerçekleştirdiği, milletini ilim ve irfan ufuklarına sevk edecek olan yeni alfabeye ait ilk dersi, bizzat kara tahta başına geçerek, kendilerini büyük bir sevgi tezahürü ve heyecanı ile karşılayan, daha yakından dinlemek, daha yakından görmek isteyen, ama ne görmeye ve ne de dinlemeye doyamayan Sinoplulara vermiştir.
M.Şakir Ülkütaşır, bu müstesna günü ve ilk dersi şöyle anlatmaktadır. "Harf İnkılâbımıza ait bir hatıra: Büyük Öğretmen Atatürk halk için başladıkları Alfabe derslerinin birincisini Sinop'ta vermişlerdir. 1928 yılının serin bir Eylül sabahı idi. (dürtmenin) sık ağaçlı yayvan tepesinden henüz çıkan güneşin ilk ve ılık hüzmeleri, durgun denizin üstünde ince uzun helezonlar çiziyordu. O sabah evden erken çıkmış, yalıdaki parkın dar ve küçük kanepelerinden birine oturmuştum. Limanın derin sessizliği içinde kâh elimdeki kitabın yapraklarını ağır ağır çeviriyordum. Bir iki gün önce arkadaşımın bana hediye ettiği bu kitap, o zaman etrafımda en çok velvele uyandırmış olan, ilmi ve milli bir tezi izah için yazılmıştı.
Güneş bir hayli yükselmiş, limandaki günlük hayatın ilk hareketleri başlamıştı. Gözlerim elimdeki kitabın sayfaları üzerinde dalgın, dalgın dolaşırken bir elin yavaşça omzuma dokunduğunu hissettim. Başımı arkaya çevirdiğim zaman, pek sevdiğim bir dostumun yanıma gelmiş olduğunu gördüm. Dostum benimle biraz konuştuktan ve elimdeki kitap hakkında bazı fikirlerini de beyan ettikten sonra, yüzüme manalı manalı baktı ve:
Bu gün, dedi, Sinop'un uzun asırlar dolduran tarihinin en büyük günlerinden biri olacaktır. Pek sevgili bir konuğumuz yoldadır.
Dostumun bu sözlerini doğrusu biraz müphem bulmuştum. Bu sefer ben aynı surette onun yüzüne baktım ve kendisinden bu hususta aydınlatmasını rica ettim. O, çok sevinçli bir ifade ile; -Atamız, Atatürk geliyor.
O dakikada kalbimin içinden sanki bir şimşek pırıltısının aktığını bütün vücudumu büyük bir heyecanın sarıp sarstığını hissettim. Dostum parktan hükümet konağına doğru ilerlerken, ben elimdeki kitabı kapamış, gözlerim bir noktaya dikili kalmıştım. Nasıl dalmayayım.. Biraz sonra, okuduğum o kitabı... Evet o tarihi yapan. Yine yeni ve orijinal bir inkılâp hamlesi yaratan en büyüğümüzü görecektik. Onu görmek bile bence bir saadettir. Ve ben bu büyük insanın, yirmi saatlik, şerefi, huzurunu en aziz bir hatıra olarak saklayan talihli yurttaşlardan biriyim.
Filhakika 4-5 saat kadar sonra limanda funda eden (İzmir) vapuru bize bu büyük ve pek sevimli konuğumuzu getirmişti.
Köylü, kasabalı binlerce halk parkı, yalı boyunu doldurmuştu. Bütün göğüslerin bir sabırsızlık heyecanı ile kabarıp indiği hissediliyordu. Herkes O'nu bekliyor, kalpler O'nun için çarpıyordu. Bu sırada (İzmir) vapurunun çaldığı tiz ve fasılalı düdüklerde sanki bu helecanın ve heyecanının bir yankısı gibi idi.
Yarım saat sonra karaya ayak basan BÜYÜK ÖĞRETMEN ATATÜRK, Altın gibi sarı saçlı başlarıyla halkı selâmlıyor; saf bir sema gibi duru mavi gözleriyle etraflarında kaynaşanlara bakarak hatır soruyordu. Her taraftan kopan alkış tufanı, her ağızdan yükselen; "Safa geldin...Yaşa...Sağ ol..." sesleri arasında, Elifiye şalvarları ve elvan peçeleriyle dikkati çeken yanımdaki ihtiyar köylü kadınların, "Sefa geldin oğul, Tanrı sana uzun ömürler vere, tuttuğunu başarasın," diye bağrışmaları zaten heyecandan dolmuş olan gözlerimizi o anda yaşartmaya kâfi gelmişti.
Belediye caddesini ve o sıradaki bütün evlerin balkon ve pencerelerini, kale bedenlerini dolduran halkın bu coşkun tezahürleri arasında Hükümet konağını şereflendiren büyük Öğretmen, bir müddet Vilayet Makamında istirahat ettikten sonra (Yatı Mektebi) ne teşrif buyurdular. Emirleri üzerine mektebin bahçesine siyah bir yazı tahtası kondu. Tarihi ders başlamıştı... Bahçe içinde. Bu yazı tahtasına doğru yarım bir daire şeklinde cephe almış olan yüzlerce halk, Büyük Öğretmenin vakur bir eda ile anlattığı (YENİ TÜRK ALFABESİ)ni öğreniyor. Evet O'nun bu yepyeni ve kültürel eserini yine O'nun ağzından dinlemek saadetini tadıyordu. İşte BÜYÜK ÖĞRETMENİMİZ ATATÜRK GÜLHANE PARKI NUTKUNDAN sonra, halk için başladıkları Alfabe dersinin ilkini, 15 Eylül 1928'de Sinop'ta ve bu mektebin bahçesinde vermişlerdir.
BÜYÜK ÖĞRETMEN, ilk önce Türkçedeki (A,E,İ,O,Ö,)vokallerinin fonetik bakımından rollerini anlattı. Bir kıraat parçası okudu. Arkasından herkesi okuttu ve yazdırdı. İlk imtihan, Kültür ve Ortaokul Direktörlerinden başlamıştı. Halktan ,Öğretmenlerden ve devlet memurlarından orada bulunanların birçokları sıra ile hep bu imtihanı geçirdiler.
Dersi dinleyenler arasında biri, ön sıraya geçmiş ve tam Büyük Öğretmenin karşılarında yer almıştı. Ben imtihanı çoktan ve muvaffakiyetle vermiş olduğum için, Büyük Öğretmenimizi derin bir hayrani içinde tetkike O'nun öğretiş usullerindeki inceliği zihnen tetkike dalmıştım. Bu sırada, bir bayanın imtihanı bitmişti ki, Büyük Öğretmen:
-Sen gel bakayım
diyerek, o ön sırada ve tam karşılarında durmakta olan adamı yazı tahtasının başına çağırdı, Atatürk sordu:
- Adın ne?
- Bekir, Paşam.
- Ne iş yaparsın?
- Arabacıyım, Paşam.
- Okuman, yazman var mı?
- Yok Paşam, Senden öğrenmeye geldim.
Elli yaşlarına kadar olan bu adam, Sinop'un herkesçe bilinen Arabacı Bekir Ağası idi. Ve filhakika ne okur, ne de yazar değildi. Bunun üzerine BÜYÜK ÖĞRETMEN, yazı tahtasına bir (A) yazdı. Bunu birkaç kelime örneği ile Bekir Ağa'ya tekrarlattı. Bundan sonra (O-Ö-U-Ü) vokallerini ayrı ayrı yazdı. Ve yine O'na tekrarlattı. Büyük bir sevinç içinde (A,O,Ö,U,Ü,) leri tekrarlayan Bekir Ağa, neşayanı hayrettir ki, pek kısa bir zaman içinde bu harfleri yanlışsızca yazmaya muvaffak olmuştu. Bekir Ağa'nın bu muvaffakiyetindeki sırrı bence Atatürk'ün yüksek dehasında aramak lâzımdır.
Bundan sonra Atatürk, Bekir Ağa'ya bir de (t) harfini belirtti. Bekir Ağa esasen (A) ile (O) harflerini öğrenmiş olduğundan yazı tahtasına (At) ve (Ot) kelimelerini yanlışsızca yazdı. İşte en büyük öğretmenimiz Atatürk, Sinop'ta verdiği dersle Elli yaşlarına kadar cahil kalmış olan bir yurttaşa da yarım saat gibi kısa bir zaman içinde yeni Türk Alfabesinin esaslarını öğretmişlerdir.
Bizzat ağızlarından dinlemiştim. Yine şimdi pek iyi anlıyorum ki, Atatürk'ün inkılâbı Ulu Önderin eskiden beri zihinlerinde hesaplı bir şekilde işlenmiş ve bugün birer birer sadece tatbik sahasına konulmuş olan eşsiz bir inkılâptır.
Tarih ve dil konuşmalarından sonra, Harf İnkılâbına geçildi. Büyük Öğretmen bu inkılâbın doğuracağı kültürel inkişafın mana ve mahiyetini de anlattı. Pek temiz ve canlı bir ifade çok derin ve çekici bir talakat Atatürk'ün saatlerce devam eden izahlarında hiç değişmeyen vasıftı. Tekrar inandık ki en büyüğümüz, en büyük bir hatibimizdir de.
Saat tam bir olmuştu. Atatürk:
-Arkadaşlar; Tarihe, dile, harf inkılâbına hatta memleket işlerine dair bir çok şeyleri konuştum. Samimi bir muhit ve hava içinde geçen bu dakikaları unutamayacağım. Çok mütehassisim. Vakit geldi. Müsaadelerinizi rica edeceğim. Dedi ve bir dakika sonra ayağa kalktı. O anda dudaklarımdan adeta dökülüveren (Nasıl göndeririz), (Doyamadık ki...) sözlerini işiten Atatürk gülerek park iskelesine doğru ilerliyordu.
19 Mayıs 1919'da bugünkü Kemalist Türkiye'yi kurmak üzere Samsun'dan Anadolu içlerine atılan Dahi Kurtarıcımızı bu sefer yarattığı inkılâplardan birini feyizlendirmek için gitmekte oldukları aynı kutsal yola, evet Samsun'a doğru uğurluyorduk.
ATATÜRK SİNOP'TA
(15 Eylül 1928 Cumartesi Saat 14.30)
Sinop'ta 15 Eylül
Her 15 Eylül ayrı bir önem taşır Sinop'ta. Her 15 Eylülde başka bir bayram vardır, Sinop'ta. 1928'in Eylül 15'inden daha heyecanlı çarpar kalpler Sinop'ta. Her yılın 15 Eylülü'nde bu müstesna günün yıldönümü parlak törenlerle kutlanmakta, halk adeta 1928'in 15 Eylül'ünü gittikçe artan sevinç ve heyecan içinde tekrar yaşamaktadır.
Çünkü Sinop'lular hem Türk Milletinin en büyük Önderini misafir etmiş ve hem de Harf Devrimini ifade eden; tarih sayfalarına geçen fotoğraflarda olduğu gibi, yeni alfabenin esaslarına ait ilk dersi bugün, kendilerine bizzat Başöğretmenlik yapan Büyük Atatürk'ten öğrenmişlerdir.
Evet. Atatürk yeni alfabenin esaslarına ait ilk dersi, ta 1908'lerde "Batı uygarlığına ulaşabilmek için Arap harflerini atıp, yerine Latin alfabesinden alınan harflerle yeni bir Türk alfabesi yapmalıyız." Dediği bu düşüncesini 1928'de gerçekleştirdiği, milletini ilim ve irfan ufuklarına sevk edecek olan yeni alfabeye ait ilk dersi, bizzat kara tahta başına geçerek, kendilerini büyük bir sevgi tezahürü ve heyecanı ile karşılayan, daha yakından dinlemek, daha yakından görmek isteyen, ama ne görmeye ve ne de dinlemeye doyamayan Sinoplulara vermiştir.
M.Şakir Ülkütaşır, bu müstesna günü ve ilk dersi şöyle anlatmaktadır. "Harf İnkılâbımıza ait bir hatıra: Büyük Öğretmen Atatürk halk için başladıkları Alfabe derslerinin birincisini Sinop'ta vermişlerdir. 1928 yılının serin bir Eylül sabahı idi. (dürtmenin) sık ağaçlı yayvan tepesinden henüz çıkan güneşin ilk ve ılık hüzmeleri, durgun denizin üstünde ince uzun helezonlar çiziyordu. O sabah evden erken çıkmış, yalıdaki parkın dar ve küçük kanepelerinden birine oturmuştum. Limanın derin sessizliği içinde kâh elimdeki kitabın yapraklarını ağır ağır çeviriyordum. Bir iki gün önce arkadaşımın bana hediye ettiği bu kitap, o zaman etrafımda en çok velvele uyandırmış olan, ilmi ve milli bir tezi izah için yazılmıştı.
Güneş bir hayli yükselmiş, limandaki günlük hayatın ilk hareketleri başlamıştı. Gözlerim elimdeki kitabın sayfaları üzerinde dalgın, dalgın dolaşırken bir elin yavaşça omzuma dokunduğunu hissettim. Başımı arkaya çevirdiğim zaman, pek sevdiğim bir dostumun yanıma gelmiş olduğunu gördüm. Dostum benimle biraz konuştuktan ve elimdeki kitap hakkında bazı fikirlerini de beyan ettikten sonra, yüzüme manalı manalı baktı ve:
Bu gün, dedi, Sinop'un uzun asırlar dolduran tarihinin en büyük günlerinden biri olacaktır. Pek sevgili bir konuğumuz yoldadır.
Dostumun bu sözlerini doğrusu biraz müphem bulmuştum. Bu sefer ben aynı surette onun yüzüne baktım ve kendisinden bu hususta aydınlatmasını rica ettim. O, çok sevinçli bir ifade ile; -Atamız, Atatürk geliyor.
O dakikada kalbimin içinden sanki bir şimşek pırıltısının aktığını bütün vücudumu büyük bir heyecanın sarıp sarstığını hissettim. Dostum parktan hükümet konağına doğru ilerlerken, ben elimdeki kitabı kapamış, gözlerim bir noktaya dikili kalmıştım. Nasıl dalmayayım.. Biraz sonra, okuduğum o kitabı... Evet o tarihi yapan. Yine yeni ve orijinal bir inkılâp hamlesi yaratan en büyüğümüzü görecektik. Onu görmek bile bence bir saadettir. Ve ben bu büyük insanın, yirmi saatlik, şerefi, huzurunu en aziz bir hatıra olarak saklayan talihli yurttaşlardan biriyim.
Filhakika 4-5 saat kadar sonra limanda funda eden (İzmir) vapuru bize bu büyük ve pek sevimli konuğumuzu getirmişti.
Köylü, kasabalı binlerce halk parkı, yalı boyunu doldurmuştu. Bütün göğüslerin bir sabırsızlık heyecanı ile kabarıp indiği hissediliyordu. Herkes O'nu bekliyor, kalpler O'nun için çarpıyordu. Bu sırada (İzmir) vapurunun çaldığı tiz ve fasılalı düdüklerde sanki bu helecanın ve heyecanının bir yankısı gibi idi.
Yarım saat sonra karaya ayak basan BÜYÜK ÖĞRETMEN ATATÜRK, Altın gibi sarı saçlı başlarıyla halkı selâmlıyor; saf bir sema gibi duru mavi gözleriyle etraflarında kaynaşanlara bakarak hatır soruyordu. Her taraftan kopan alkış tufanı, her ağızdan yükselen; "Safa geldin...Yaşa...Sağ ol..." sesleri arasında, Elifiye şalvarları ve elvan peçeleriyle dikkati çeken yanımdaki ihtiyar köylü kadınların, "Sefa geldin oğul, Tanrı sana uzun ömürler vere, tuttuğunu başarasın," diye bağrışmaları zaten heyecandan dolmuş olan gözlerimizi o anda yaşartmaya kâfi gelmişti.
Belediye caddesini ve o sıradaki bütün evlerin balkon ve pencerelerini, kale bedenlerini dolduran halkın bu coşkun tezahürleri arasında Hükümet konağını şereflendiren büyük Öğretmen, bir müddet Vilayet Makamında istirahat ettikten sonra (Yatı Mektebi) ne teşrif buyurdular. Emirleri üzerine mektebin bahçesine siyah bir yazı tahtası kondu. Tarihi ders başlamıştı... Bahçe içinde. Bu yazı tahtasına doğru yarım bir daire şeklinde cephe almış olan yüzlerce halk, Büyük Öğretmenin vakur bir eda ile anlattığı (YENİ TÜRK ALFABESİ)ni öğreniyor. Evet O'nun bu yepyeni ve kültürel eserini yine O'nun ağzından dinlemek saadetini tadıyordu. İşte BÜYÜK ÖĞRETMENİMİZ ATATÜRK GÜLHANE PARKI NUTKUNDAN sonra, halk için başladıkları Alfabe dersinin ilkini, 15 Eylül 1928'de Sinop'ta ve bu mektebin bahçesinde vermişlerdir.
BÜYÜK ÖĞRETMEN, ilk önce Türkçedeki (A,E,İ,O,Ö,)vokallerinin fonetik bakımından rollerini anlattı. Bir kıraat parçası okudu. Arkasından herkesi okuttu ve yazdırdı. İlk imtihan, Kültür ve Ortaokul Direktörlerinden başlamıştı. Halktan ,Öğretmenlerden ve devlet memurlarından orada bulunanların birçokları sıra ile hep bu imtihanı geçirdiler.
Dersi dinleyenler arasında biri, ön sıraya geçmiş ve tam Büyük Öğretmenin karşılarında yer almıştı. Ben imtihanı çoktan ve muvaffakiyetle vermiş olduğum için, Büyük Öğretmenimizi derin bir hayrani içinde tetkike O'nun öğretiş usullerindeki inceliği zihnen tetkike dalmıştım. Bu sırada, bir bayanın imtihanı bitmişti ki, Büyük Öğretmen:
-Sen gel bakayım
diyerek, o ön sırada ve tam karşılarında durmakta olan adamı yazı tahtasının başına çağırdı, Atatürk sordu:
- Adın ne?
- Bekir, Paşam.
- Ne iş yaparsın?
- Arabacıyım, Paşam.
- Okuman, yazman var mı?
- Yok Paşam, Senden öğrenmeye geldim.
Elli yaşlarına kadar olan bu adam, Sinop'un herkesçe bilinen Arabacı Bekir Ağası idi. Ve filhakika ne okur, ne de yazar değildi. Bunun üzerine BÜYÜK ÖĞRETMEN, yazı tahtasına bir (A) yazdı. Bunu birkaç kelime örneği ile Bekir Ağa'ya tekrarlattı. Bundan sonra (O-Ö-U-Ü) vokallerini ayrı ayrı yazdı. Ve yine O'na tekrarlattı. Büyük bir sevinç içinde (A,O,Ö,U,Ü,) leri tekrarlayan Bekir Ağa, neşayanı hayrettir ki, pek kısa bir zaman içinde bu harfleri yanlışsızca yazmaya muvaffak olmuştu. Bekir Ağa'nın bu muvaffakiyetindeki sırrı bence Atatürk'ün yüksek dehasında aramak lâzımdır.
Bundan sonra Atatürk, Bekir Ağa'ya bir de (t) harfini belirtti. Bekir Ağa esasen (A) ile (O) harflerini öğrenmiş olduğundan yazı tahtasına (At) ve (Ot) kelimelerini yanlışsızca yazdı. İşte en büyük öğretmenimiz Atatürk, Sinop'ta verdiği dersle Elli yaşlarına kadar cahil kalmış olan bir yurttaşa da yarım saat gibi kısa bir zaman içinde yeni Türk Alfabesinin esaslarını öğretmişlerdir.
Bizzat ağızlarından dinlemiştim. Yine şimdi pek iyi anlıyorum ki, Atatürk'ün inkılâbı Ulu Önderin eskiden beri zihinlerinde hesaplı bir şekilde işlenmiş ve bugün birer birer sadece tatbik sahasına konulmuş olan eşsiz bir inkılâptır.
Tarih ve dil konuşmalarından sonra, Harf İnkılâbına geçildi. Büyük Öğretmen bu inkılâbın doğuracağı kültürel inkişafın mana ve mahiyetini de anlattı. Pek temiz ve canlı bir ifade çok derin ve çekici bir talakat Atatürk'ün saatlerce devam eden izahlarında hiç değişmeyen vasıftı. Tekrar inandık ki en büyüğümüz, en büyük bir hatibimizdir de.
Saat tam bir olmuştu. Atatürk:
-Arkadaşlar; Tarihe, dile, harf inkılâbına hatta memleket işlerine dair bir çok şeyleri konuştum. Samimi bir muhit ve hava içinde geçen bu dakikaları unutamayacağım. Çok mütehassisim. Vakit geldi. Müsaadelerinizi rica edeceğim. Dedi ve bir dakika sonra ayağa kalktı. O anda dudaklarımdan adeta dökülüveren (Nasıl göndeririz), (Doyamadık ki...) sözlerini işiten Atatürk gülerek park iskelesine doğru ilerliyordu.
19 Mayıs 1919'da bugünkü Kemalist Türkiye'yi kurmak üzere Samsun'dan Anadolu içlerine atılan Dahi Kurtarıcımızı bu sefer yarattığı inkılâplardan birini feyizlendirmek için gitmekte oldukları aynı kutsal yola, evet Samsun'a doğru uğurluyorduk.